İkinci cildinin ilk sayısı geçenlerde elime ulaşan “Hadis Tetkikleri Dergisi“nin içeriği yine dopdolu. Öncelikle derginin elime ulaşmasını sağlayan Serkan Demir kardeşime teşekkür etmem gerekiyor.
HTD’nin bu sayısında yer alan makalelerden bazılarını okuyabildim. Bugün onlardan birer nebze bahsetmek istiyorum.
İlk yazı Dr. Seyit Avcı‘ya ait. “Sufîler’in Hadis Tesbit Ölçüleri: İsmail Hakkı Bursevî Üzerine Bir İnceleme” başlığını taşıyor. Doktora tezini de aynı konuda yaptığını belirten Avcı, gerçekten önemli bir konuyu ele almış.
Üslubunda yer yer göze çarpan sertliğe rağmen meseleyi ele alış ve işleyiş biçimi bakımından Avcı‘nın makalesi, bu hassas konuda izlenmesi gereken tutumu açık bir şekilde ortaya koymuş.
Her ilim dalında, o ilim dalının ehlinin koyduğu kriterler ve uyguladığı yöntem esastır. Her ne kadar beşer mahsulü olmaları hasebiyle bu yöntem ve kriterler “mutlaklık” arz etmese de, sübjektiviteyi asgariye indirmenin başka bir yolu yoktur.
Dolayısıyla İsmail Hakkı Bursevî merhumun, hadislerin sıhhat kriteri olarak, Sufîler‘in eserlerinde yer almış olmak, anlam itibariyle Hadis olarak kabul edilmeye uygunluk, “kelam-ı kibar”dan olmak… gibi hususları öne sürmesi ve buradan Hadis ulemasının değerlendirmelerine aykırı düşen sonuçlar elde etmesi tartışma alanını genişletmektedir.
Bununla birlikte belirtmeliyiz ki, Hadis ulemasının kriterlerinin mutlak anlamda kabul edilmesi gerektiği tavrı, özellikle müteşabihat alanına giren rivayetler bağlamında başka bir problem doğurmaktadır. Pek çok Hadis aliminin, sened hakkındaki değerlendirmelerle sınırlı tashih/taz’if yöntemini işletmek suretiyle bu alanda metni tartışmalı pek çok rivayete sıhhat vasfı atfederek Teşbih/Tecsim inancına kapı aralayan bir yaklaşım içinde olduğu bilinmektedir.
Daha önce bu köşede gerek “Eynellah hadisi” olarak bilinen rivayet üzerinde dururken, gerekse başka vesilelerle değindiğim gibi bu türlü rivayetler, konuyla ilgili muhkem ayetler ve tenzih ifade eden rivayetler ekseninde değerlendirilmeli ve ravi tasarrufuna maruz kalıp kalmadıkları araştırılmalıdır.
Nihayet rical değerlendirmesinde Cerh–Ta’dil sahasında görülen sübjektivite de rivayetlerin sıhhat/zaaf tesbitinde mutlak surette göz önünde bulundurulması gereken bir diğer önemli unsur olarak dikkat çekmektedir.
Dolayısıyla Avcı‘nın da makalesinin girişinde belirttiği gibi “herhangi bir hadisin şu veya bu eserde bulunmasından ziyade, güvenilir bir isnadla ve Allah Resulü‘nün üslubuna uygun bir lafızla tesbit edilip edilmediğine bakılmalıdır.”
Bu yazıda üzerinde duracağım ikinci çalışma ise, muhterem Dr. Halil İbrahim Kutlay‘ın, “Ümmetimin ihtilafı rahmettir” rivayetini ela alan Arapça makalesi.
Makalede önce, öteden beri halka arasında tedavül edegelen, kitaplarda sıkça yer verilen ve benim de zaman zaman Efendimiz (s.a.v)’e aidiyeti konusundaki sorulara muhatap olduğum bu rivayeti eserlerinde zikreden ulemanın bir listesi verilmiş, ardından bu rivayetin bu kadar iştihar etmesinin sebepleri üzerinde durulmuş ve onu anlam olarak destekleyen başka rivayetler zikredilmiş.
Ardından bu rivayetin nasıl anlaşılması gerektiği üzerinde durulmuş, karşıt görüşler zikredilmiş ve tercihe şayan olan görüş belirtilmiş. Nihayet bu Ümmet’in uleması hakkında takınılması gereken tavır ve bu bağlamda riayet edilmesi gereken ölçünün kısaca zikredildiği ara başlığın ardından mesele özetlenmiş ve sonuca gidilmiş.
Başlığından, sistematiğinden ve bibliyografya kısmının kabarıklığından hareketle, konu hakkında müstakil bir risale olarak da değerlendirebileceğimiz bu çalışma, mezkûr rivayet hakkında söylenmesi gereken hemen her şeyi ihtiva etmesi bakımından gerçekten doyurucu ve şayan-ı tebrik. Bence dilimize de çevrilip Arapçasıyla birlikte mutlaka müstakil olarak basılmalı.
Okuyabildiğim bir diğer makale de, Hâlid b. Velîd (r.a) hakkında ve Dr. Mehmet Efendioğlu‘ya ait. Makaleyi önemli kılan, Efendimiz (s.a.v) tarafından “Allah’ın kılıcı” olarak nitelendirilmiş na-mağlup bir komutan ve büyük bir sahabî olan Hâlid b. Velîd (r.a) etrafında cereyan eden tartışmalar.
Ülkemizde her ne kadar üzerinde çok fazla konuşulmuş olmasa da, Hz. Hâlid (r.a)’in, 8/630 yılında seriyye komutanı olarak kendilerini İslam‘a davet için gittiği Benû Cezîme kabilesine mensup bazı kimseleri öldürmesi, 11/632 yılında Mâlik b. Nüveyre‘yi öldürüp dul kalan hanımıyla evlenmesi hadisesi ve 15/634 yılında Hz. Ömer (r.a) tarafından ordu komutanlığından azl edilmesi bu makalede ayrıntılı bir şekilde ele alınmış. Her üç hadiseyle ilgili olarak kaynaklarda yer alan malumat nakledildikten sonra meselenin aslı tesbit edilmiş ve makul izahlar getirilmiş.
Makalenin son kısmında, Hâlid b. Velîd (r.a) hakkında Şii kaynaklarda yer alan iddialara değinilmiş, onun Hz. Peygamber (s.a.v) tarafından “Allah’ın kılıcı” olarak nitelendirildiği rivayetine ve bizzat şahsına yönelik Şia iddiaları ele alınarak cevaplandırılmış ve son olarak da konuyla ilgili Arapça ve Batı dillerinde kaleme alınmış çalışmalardan oluşan geniş bir bibliyografya verilmiş.
HTD’nin bu sayısında yer alan diğer makaleler üzerinde inşaallah ileride duracağım.
Milli Gazete – 12 Mart 2005