Yrd. Doç. Dr. Ahmet Yıldırım’ın mezkûr çalışmasında dikkatlerden kaçmayan bir diğer husus da, kimi hadisler ile Ehl-i Kitab’ın kitapları arasındaki paralelliği, rivayetin oralardan iktibas edilmiş olabilme ihtimaline hamletmesidir.
Sözgelimi kitabının 84. sayfasında, “Allah kıyamet gününde, “Ey Ademoğlu! Ben hasta oldum, sen beni niçin ziyaret etmedin?…” şeklindeki rivayet üzerinde dururken, onu Müslim’in rivayet ettiğini söylüyor; ardından İncil’den hadisin muhtevası ile benzerlik arz ettiği görülen pasajlar naklediyor ve şu hükme varıyor: “İncil’deki bu benzer ifadelerden dolayı rivayeti ihtiyatla karşılamak gerekir.”
Burada, son zamanlarda bir “Hadis Usulü ilkesi” olarak uygulamaya geçirildiği görülen bir hususla karşı karşıya bulunuyoruz: Eğer herhangi bir rivayet, muhteva olarak İncil veya Tevrat’taki herhangi bir pasaj ile örtüşüyorsa, büyük bir ihtimalle oradan alınarak önüne bir senet zinciri ilave edilerek hadisleştirilmiştir.
Senedini teşkil eden ravilerin durumuna itibar edilmeksizin, benzer durumdaki her hadis için bu “ilke”nin işletilmesi doğru mudur?
Bana öyle geliyor ki, burada ters bir mantık işletiliyor. Yani şöyle düşünülüyor: Müslümanlar, Hadis külliyatı arasına zaten alabildiğine uydurma sokmuşlardır. Kim ne sebeple yapmış olursa olsun bu bir vakıadır. Mevzu hadisleri zikretmek maksadıyla kaleme alınmış kitaplarda bu konuda bol miktarda örnek mevcuttur. Madem ki bu bir vakıadır ve dahi sened kritiği sanıldığı kadar işlevsel değildir; öyleyse İslam öncesi herhangi bir kültürel veya dinî motif ile örtüşen bütün rivayetler kuvvetle muhtemel oralardan iktibas edilmiştir.
Yukarıda da söylediğim gibi bu bana göre mantığın yanlış işletilmesinden doğan bir çarpıklık. Kimi Oryantalistler’in Kur’an’ın Tevrat ve İncil’den esinlenilerek oluşturulduğunu söylerken dayandığı argüman da aynıdır: Madem ki herhangi bir Kur’an pasajı Tevrat veya İncil’dekine benzerlik gösteriyor, öyleyse oradan alınmıştır.
Biz Müslümanlar olarak bu iddiayı Kur’an konusunda ciddiye almıyoruz da Hadis söz konusu olduğunda bizi bu derece zayıflatan ne ola ki?
Her ne kadar burada konunun o meşhur tartışmaya kayma ihtimali mevcut ise de, yine de söylemek zorundayız: Birtakım hadislerin tarih içinde şu veya bu sebeple uydurulduğu vakıası tek başına bütün hadislere “maznun” olarak bakmamızı mümkün ve “meşru” kılmaz.
Bana göre sağlıklı bakış açısı şudur: Tevrat ve İncil’in “tümüyle” tahrif edildiği ya da neresinin tahrife uğrayıp neresinin bu faaliyetin dışında bırakıldığına dair elimizde herhangi bir kanıt mevcut değil. Öyleyse bu kitapların Kur’an ile paralellik arz eden kısımlarının tahrif dışı kaldığını söyleyebiliriz.
Aynı şey, bu kitapların sahih hadisler ile örtüşen kısımları için de söz konusudur. Yani bu rivayetler o kitaplardan aktarılarak hadisleştirilmemiştir. Aynı kaynaktan geldikleri aralarında –tıpkı Kur’an bağlamında olduğu gibi– benzerlikler bulunması tabiidir. Özellikle sanadi güvenilir ravilerden oluşan ve kesintisiz olan merfu rivayetler için durumun bu şekilde kabul edilmesi gerektiğini düşünüyorum.
Milli Gazete – 12 Kasım 2002