Geçen haftadan sarkan meseleye bugün noktayı koyalım.
Hz. Peygamber (s.a.v)’in eğitim ve gözetiminde yetişmiş nesil olarak Sahabe’nin, Kur’an ve Sünnet’in doğru biçimde anlaşılmasında ayrı bir yerinin bulunması son derece tabiidir. Bu bedihî hakikat dolayısıyladır ki, Sahabe bir konuda görüş birliği ettiğinde Müslümanlar için o, kesin bir delil olur. Usul-i Fıkıh kitaplarında İcma’ın delili olarak zikredilen “Ümmetim dalalet üzere birleşmez” hadisinin, evvelemirde Sahabe’nin icmaının hücciyyetine delalet edeceği açıktır.[1]Her ne kadar tarikleri tek tek ele alındığında her birinde bir zaaf bulunsa da (bkz. İbn Hacer, et-Telhîsu’l-Habîr, III, 295-6), ortak anlamı ifade eden rivayetler bir arada ele … Continue reading
Sahabe’nin bu konumu ile Ortodoks Yahudilik’te Tannaim’in ve Katolik Hristiyanlık’ta Kilise’nin bağlayıcılığı konusundaki kabuller arasındaki farka gelince, en önemli husus şudur: Sahabe, ayetlerin nüzulüne ve hadislerin vüruduna bizzat şahitlik etmiş “muhatap nesil” nesil olarak ayet ve hadislerin gerek mantukuna, gerekse mefhumuna elbette sonraki nesillerden daha vakıftır. Bu sebeple sadece onların Kur’an ve Sünnet’te yar alan hususlar hakkında vuku bulan icmaı (yakinî icma) değil, bu iki ana kaynakta yer almayan konulardaki tutumları (sahabî kavli) da bizim için dinî bir değer ifade eder.
Dolayısıyla Tevrat’ın Hz. Musa’ya ve İncil’in Hz. İsa’ya (her ikisine de selam olsun) verilişinden yüzyıllar sonra tarih sahnesine çıkmış insanların görüşleriyle Sahabe’nin durumunun birbirine kıyas edilmesi tutarlı değildir.
Sahabe icmaına tanınan bu gücün, Tannaim ve Kilise hakkındaki kabullerden pek bir farkının olmadığı söylenerek yapılacak itiraza şöyle mukabele edilir:
Sahabe’nin –ya da diğer herhangi bir kuşağın– Kur’an ve Sünnette yer alan herhangi bir hükme muhalefet etmesi söz konusu değildir. Bilfarz etse bile bunun dinî bir değeri olmaz. Ancak Tannaim ve Kilise için durumun daha farklı olduğu açıktır.
Öte yandan Kur’an ve Sünnet’ten herhangi bir nokta üzerinde meydana gelen Sahabe icmaının bağlayıcılığı, Sahabe’nin tek tek fertlerinin yanılmazlığını göstermez. İslam tarihinde bu tarz bir iddianın izine bile rastlanmaz.
İster Sahabe’den, ister sonraki nesillere mensup ulemadan olsun, tek tek bireylerin verdiği hükümlere gelince, bunların her birinin kıymeti, delile uygunluk kriteri ile ölçülür. Oelile uygun olan alınır/alınmıştır, aykırı olan terk edilir/edilmiştir. Tarih boyunca müçtehid ve muhakkik ulemanın, hatalı bulduğu görüşleri eleştiri konusu yaptığı vakıası, ulemaya Tannaim veya Kilise’ye atfedilen yanılmazlık türünden bir mevki tanınmadığının en bariz göstergesidir. Müçtehidlerden her birinin, içtihadlarında isabetli olduğunu savunanlar olmuş ise de, bunun genel kabule aykırı bir görüş olduğunu bilhassa belirtmek gerekir.
Bütün bu söylenenler, İslam tarihi boyunca ortaya konmuş eser ve çabaların sıradanlığı ve hiçbir özellik taşımadığı anlamına kesinlikle gelmez. Ciddiye alınmayı hak eden, meşruiyet, seviye ve kalıcılıkta “alternatif” oluşturabilecek çalışmalar ortaya konana kadar bu tarz bir iddiada bulunmak en azından ciddiyetsizliktir.
Milli Gazete – 12 Şubat 2007
Kaynakça/Dipnot
↑1 | Her ne kadar tarikleri tek tek ele alındığında her birinde bir zaaf bulunsa da (bkz. İbn Hacer, et-Telhîsu’l-Habîr, III, 295-6), ortak anlamı ifade eden rivayetler bir arada ele alındığında meydana gelen mecmuadan kuvvet hasıl olacağı açıktır. Ebû Gudde merhum, bu rivayetin İmam Ahmed tarafından nakledilen varyantı üzerinde dururken, “İsnadı zayıftır; zira mübhem bir ravi vardır. Ancak bu riövayeti takviye eden şahidleri (aynı anlamı ifade eden başka rivayetler) vardır. Binaenaleyh bu rivayet, şahidleriyle birlikte (ele alındığında) sahih li gayrihi mertebesindedir” der. Müteakiben söz konusu rivayetin muhtelif varyant ve kaynaklarını zikrettikten sonra sözü şöyle bağlar: Özetle bu, metni meşhur, birçok senedi, merfu ve gayri merfu rivayetlerden müteattid şahidleri bulunan bir rivayettir.” Bkz. el-Cezâirî’nin Tevcîhu’n-Nazar’ına yazdığı not, I, 312.
el-Kettânî’nin, bu rivayetin manen mütevatir olduğu konusunda , İbnu’l-Hümâm ve başka birçok alimden naklettiği ifadeler de bu yaklaşım ışığında değerlendirilmelidir. Bkz. Nazmu’l-Mütenâsir, 172. |
---|