Gayrimüslim Erkekle Nikâh-1

Ebubekir Sifil2005, Ağustos 2005, Gazete Yazıları

Yurtdışından son zamanlarda aldığım mesajlar içinde Müslüman bayanların gayrimüslim erkeklerle evlenmesi ile ilgili sorularda dikkat çekici bir yoğunluk var. Hemen hepsinin ortak yanı da, Müslüman kadın ile gayrimüslim erkeğin, nikâh aşamasına gelmiş beraberliklerinin belli bir geçmişe sahip olması. Yani “siz nikâhlanmalarını onaylasanız da onaylamasanız da onlar zaten hayatlarını birleştirmeye karar vermiş durumdalar” gibi “de facto” bir durum söz konusu…

Değişen şartlar, kadınla erkek arasındaki ilişkinin kendine mahsus dengeleri, ataerkil ailenin yerini demokratik aile modeline bırakmış olması, kanunların çocukların yetişmesinde anneye tanıdığı ağırlıklı konum vesair “yeni hal”ler, bazı zihinlere “acaba olabilir mi?” sorusunun sorulmasını dayatıyorsa da, herhalde asıl gedik, “bu meselede yasaklayıcı bir Kur’an ayetinin bulunmadığı” tesbitinden vücut buluyor.

Son zamanlarda bu meselenin tartışmaya açılmış olmasını da bu çerçevede değerlendirmek gerekiyor. Taha Cabir el-Alevânî‘nin “Azınlık Fıkhı” projesinde ne tarzda yer alır bilinmez, ama Yusuf el-Karadâvî‘nin düşüncesinde bu mesele çoktan “hak ettiği” yeri almıştır. el-Karadâvî’nin, ikisi de gayrimüslim iken evlenmiş bulunan çiftlerden kadının bilahare Müslüman olması durumunda eşinden ayrılması gerekmediğini söylemesi not edilmeye değer bir çıkıştır. (Bu “fetva”nın eleştirisi için bkz. http://islam-online.net/Arabic/contemporary/tech/2001/article20-c.shtml)

Bu konuda yasaklayıcı bir ayet gerçekten yok mudur, yoksa Sünnet‘te durum nedir? Gerçekten bağlayıcı bir delil mevcut değilse kaynakların naklettiği “icma” nasıl vücut bulmuştur?.. Soruları uzatmak mümkün ise de, biz sadede gelelim:

Bilindiği gibi Kur’an, müşrik kadın ve erkeklerle evliliği kesin bir şekilde yasaklamıştır. (2/el-Bakara, 221) Bu hükmün kapsamını çok hassas bir şekilde değerlendirmek gerekir. Son zamanlarda “aramızda amentü ittifakı” bulunduğu söylense de, Kur’an‘ın “şirk”e nisbet ettiği kitleler arasında Ehl-i Kitab‘ın da bulunduğunu (9/et-Tevbe, 31) burada mutlaka dikkate almak durumundayız. Burada ister istemez “Ehl-i Kitapşirk ilişkisi” gündeme geliyor. “Kur’an onları kategorik olarak “müşrikler” arasında zikretmemiş, hatta pek çok ayetinde onlardan ayrı tutmuştur” denerek işin içinden sıyrılmak o kadar kolay değil. Kur’an‘da –haşa– çelişki ve tutarsızlık bulunmayacağına göre et-Tevbe  ayeti –ve daha berçok benzeri– ile diğerleri arasındaki bu işkâli çözmek durumundayız.

Kur’an tarafından bir yandan şirke nisbet edilirken, diğer yandan “müşrikler“den ayrı bir kategori olarak anıldıklarına göre Ehl-i Kitab‘ın şirkinin diğerlerinden farkı nedir?

Ehl-i Kitab‘ın şirkinin, “Tevhid iddialı” bir şirk olduğu malumdur. Yani diğer müşrikler –söz gelimi putperestler, ya da mecusiler– başında da sonunda da doğrudan ve açık bir şekilde birden fazla “müstakil ilah”ın mevcudiyetine inanır ve bunu herhangi bir şekilde tevil de etmez. Ancak Ehl-i Kitap –elbette burada söz konusu olan Hristiyanlar‘dır– kendi ilah telakkileri çerçevesinde ortak koştukları varlıkların, aslında –haşa– “Baba”dan sudur ve zuhur ettiğini söyler. Buna göre mesela İsa Mesih, aslında tanrının bir parçası, insan boyutuna geçmiş bir yansıması, bir insana ilka ettiği kelimesidir. Bu çerçevede Ruhulkudüs de “zatı ile kaim” değildir. Şu kadar ki, onun sadece “baba”dan mı, yoksa hem “baba” hem de “oğul”dan mı sudur ettiği konusu Katolikler‘le Ortodokslar arasındaki kadim ihtilaflı meselelerdendir…

Bir de Elmalılı merhumun vurguladığı “zahirî şirkhakiki şirk” ayrımı vardır ki, Kur’an nazarında Ehl-i Kitab‘ın gerçek durumunu tayinde yukarıdaki açıklamayla birlikte mülahaza edilmelidir.

Devam edecek.

Milli Gazete – 27 Ağustos 2005