Perşembe günkü yazım üzerine bir okuyucumdan, önemli bir noktaya neşter vuran bir e-posta iletisi aldım. Şöyle diyor adını vermeyen okuyucum:
“(…) Bir kişi birilerini kendisine şeyh edindi mi hoca edindi mi mürşit edindi mi, ona ne derece bağlanmalı? Şâh-ı Nakşibend ile talebesi Molla Necmeddin arasında geçen kıssa mürşide bağlanmanın bir ölçüsü müdür?…”
Burada yer kaplamaması için zikretmediğim kıssada Şah-ı Nakşibend hz.leri ile Molla Necmeddin arasında, Menakıb kitaplarında örneğine sıkça rastlanabilecek bir olay anlatılıyor: Zahiren İslam’ın emirlerine aykırı gibi görünse de mürşidin her emrinin tutulması gerektiğini, zira onun her tavrının arkasında –içyüzü bilahare ortaya çıkan– bir hikmet bulunduğu temasını işleyen kıssanın ardından okuyucum sözü esas noktaya getirerek şöyle diyor:
“Şeyhe bağlanmanın ölçüsü bu ise ve biz eğer şeriat zahire bakar hükmünü bazıları için görmezden geliyor isek Fethullah Gülen in
“Küresel Barışa Doğru“, s. 131 deki,
“Herkes kelime–i tevhidi esas alarak çevresine bakışını yeniden gözden geçirmeli ve ıslah etmelidir. Hatta kelime–i tevhidin ikinci bölümünü, yani ‘Muhammed Allah’ın Rasulüdür’ kısmını söylemeksizin sadece ilk kısmını ikrar eden kimselere rahmet ve merhamet bakışıyla bakmalıdır”,
“Küresel Barışa Doğru“, s. 45 deki,
“Yahudi ve Hıristiyanları kınayan ve azarlayan ayetler, ya Hazret–i Muhammed (A.S.M) döneminde yaşayan ya da kendi peygamberleri döneminde yaşayan bazı Yahudi ve Hristiyanlar hakkındadır”,
“Hoşgörü ve Diyalog İklimi“, s. 241 deki,
“Ey kitap ehli! Aramızda müşterek olan bir kelimeyi gelin.” Nedir o kelime? “Allahtan başkasına ibadet yapmayalım”. Allaha kul olan başkasına kul olmaktan kurtulur. İşte gelin, sizinle bu mevzu üzerinde birleşip bütünleşelim. Kur’an devamla, “Allahı bırakıp da, bazılarımız bazılarımızı Rab edinmesin” diyor. Dikkat edin,bu mesajda, “Muhammedün Rasûlüllah” yok”
sözleri üzerine cemaate söylenecek bir söz yoktur. “Şeyhimiz haklıdır ne yapsa yeridir onun elbet bir bildiği vardır” demeleri normaldir. “Müdarat bunun neresinde?” desen bu sefer sana kötü gözle bakmaya başlayıp “Allah ıslah eylesin, şeyhimize böyle yaklaşılır mı, sizler muhakkak ki sapıtmış kimselersiniz” şeklinde bir söz söyleyeceği kesindir…”
Fethullah Gülen hocaefendinin bu ifadelerini irdelemeyi bir sonraki yazıya bırakıyorum. Burada esas değinmek istediğim husus, Tasavvuf‘taki bir ilkenin (müridin, rehberine, ölünün gassale teslimiyeti gibi teslim olması) pratiğe yansıma biçiminin doğurduğu bu problemin nasıl aşılabileceği sorusu.
Öncelikle belirtelim ki, Tasavvuf‘ta müridin mürşide teslimiyetini anlatmak için başvurulan “gassalin elindeki meyyit” benzetmesi ile Fethullah Gülen hocaefendinin (eğer cemaat kendisini “Tasavvuf şeyhi” konumunda görüyorsa) dinlerarası diyalog konusundaki tavrına gösterilen teslimiyet arasında önemli farklar var:
- Tasavvuf‘taki durum, müridin, “seyr-u süluk“un özellikle başlangıcında rehberine teslimiyet ve bağlılığını anlatır.
Dinlerarası diyalog faaliyeti ise Tasavvuf‘la, seyr-u sülukla ilgisi olmayan, tamamen dinî/itikadî, kültürel, hatta –kaçınılmaz sonuçları itibariyle– “siyasî” bir harekettir.
- Mürşidin, müridine zahiren dinî hükümlere aykırı gibi görünen şeyler emretmesi genel-geçer bir durum olmayıp, lokaldir.
Diyalog faaliyeti ise ülkenin, hatta Müslümanlar‘ın tamamını ilgilendiren, “küresel” yansımaları olan bir faaliyettir.
- Tasavvuf‘taki durum, bir anlamda müridin terbiye ve eğitimine yöneliktir.
Dinlerarası diyalog faaliyetinde ise –faaliyetin mahiyeti dolayısıyla– böyle bir şeyden söz edilmesi mümkün değildir.
- Bu tür emirler müridin teslimiyetinin arzu edilen seviyede olup olmadığını ortaya çıkarmak için, yani “imtihan” için verilir. Seyr-u sülukun her aşamasında mutlaka başvurulması gereken aslî bir yöntem değildir.
Diyalog faaliyetinde ise böyle bir hususiyet yoktur. Bu faaliyet, o cemaatin aslî/vaz geçilmez bir özelliği haline gelmiş durumdadır.
(Elhak Diyalog faaliyeti de bir “imtihan”dır. Şu kadar ki, ilkinde rehber müridini imtihan ederken, burada Ümmet diyalogcularla imtihan edilmektedir!)
- Tasavvuf‘taki durum tamamen rehberin inisiyatifindedir.
Diyalog faaliyeti ise “başkalarının” inisiyatifi ile başlatılmış bir harekettir.
- Tasavvuf‘taki durumda rehber, müridine emrettiği şeyin İslam‘ın hükümlerine uygun olduğunu iddia etmez; sadece zahiren yanlış gibi görünen bir emri, doğru bir sonuca ulaşmak için verir.
Diyalog faaliyetinde ise yapılan işin İslam‘a uygunluğunu ispat için bin dereden su getirilmektedir.
Milli Gazete – 19 Şubat 2005