Evreni belli bir düzen/fıtrat içinde yaratan Yüce Allah, insanı da o evrenin bir parçası olarak yaratmıştır. Bu anlamda evrenin fıtratı ile insanın fıtratı arasında kopmaz bir ilişki vardır. “Fa-ta-ra” kelimesinin Kur’an’daki kullanımlarına baktığımızda bu ilişkiyi çarpıcı biçimde müşahede ederiz.
Kur’an-ı Kerim’de göklerin ve yerin yaratılışı bağlamında geçen bu kelime (“fatara”)[1]6/el-En’âm, 79; 21/el-Enbiyâ, 56., aynı zamanda insanın yaratılışı bağlamında da geçmektedir.[2]11/Hûd, 51; 17/el-İsrâ, 51; 30/er-Rûm, 30; 36/Yâ-Sîn, 22; 43/ez-Zuhruf, 27. Bu anlatımlar, insan ile evren arasındaki ontolojik bağı dikkatimize sunmaktadır. Eğer mahlukat aleminde insan, melek[3] 7/el-A’râf, 206., dağ-taş, yıldız-gezegen, güneş-ay, dağlar-taşlar[4]55/er-Rahmân, 6; 22/el-Hacc, 18.… hasılı göklerde ve yerde olanların tamamı[5]13/er-Ra’d, 15; 16/en-Nahl, 49. secde ediyorsa, bu, mahlukat aleminin tamamına hakim kılınan fıtrat yasasına boyun eğişin ifadesinden başka bir şey değildir.
Evren’e hakim kılınan bu yasa, evrenin düzenini de tazammun eder. Eğer gezegenlerin, samanyollarının, galaksilerin… kendi içlerinde ve birbirleriyle münasebetlerinde bir denge ve düzen varsa, eğer dünyada eko-sistem diye bir denge ve düzen realitesi varsa bu, onlara hakim kılınan fıtrat yasasının neticesidir. Bu yasa sadece düzeni sağlamakla kalmaz, aynı zamanda fesadı/bozulmayı/kaosu da önler.
İnsanoğlu, yaratılıştan getirdiği farklılık neticesi, fıtrat yasasının kendine özgü bir yansımasına muhataptır. Onun attığı her adımın, yaptığı her işin fıtrat yasasında bir karşılığı vardır. Biz buna “ef’âl-i mükellefin” diyoruz.
Bu yasa, bütün evrende sadece insanoğlu tarafından müdahaleye uğratılabilmektedir. İnsan hem kendi fıtratını, hem de kendisi dışındaki varlıkların fıtratını dejenere etme kabiliyet ve kudretine sahip bir varlıktır; yoldan bir kere çıkmaya görsün…
Kur’an bu duruma “fesad” diyor. Yeryüzünde fıtrat yasasına başkaldırarak fesat çıkaranlar, yine Kur’an’ın çarpıcı ifadesiyle “ekini ve nesli” helak ediyor.[6]2/el-Bakara, 205. Bu onların değişmez karakteridir.
El’an yaşadığımız GDO vakıası da, ekosistemdeki tahribat da, Ozon tabakasının delinmesi de “ekinin helakı”ndan başka bir şey değil. Aynı şekilde insanın kendi fıtratına yabancılaşması, cinsel sapkınlıklar, kadının ve erkeğin fıtratlarında bulunan kadınlık ve erkeklik özelliklerinden uzaklaşması… bütün bunlar da “neslin helakı”nın göstergeleri.
Geldiğimiz noktada insanoğlu her iki fıtrat yasasına da hiç olmadığı kadar müdahil oldu ve her iki fıtratı da dejenere etti. Kur’an buna “tuğyân” diyor: Haddi aşmak, azgınlaşmak…
İnsanoğlu bu noktaya modern zamanlarda geldi. Kendi ıstılahımızla söylersek “ahir zaman”da… Bu hakikati fark etmesi gerekenler de, bu gidişe tavır koyup itiraz etmesi gerekenler de müslümanlardır. Bize emanet edilmiş olan bu ağır yükü ne kadar götürebiliyorsak, o kadarından sorumlu olduğumuz bilinciyle hareket edersek Allah Teala önümüzü açacak, zorumuzu kolaylayacak. Ancak biz sorumluluklarımızı unutmaya, kendi elimizde kendi imkânlarımızı budamaya devam edersek evrensel bir vebalin altına girmiş olacağız. Yüce Allah bunun için göklerin, yerin, dağların yüklenmeye çekindiği ağır emaneti yüklenmiş insanı “çok zalim ve çok cahil”[7]33/el-Ahzâb, 72. olarak ifade etmiş olmalı…
Vahdet Gazetesi – 18 Şubat 2015