Basına yansıyan haberlere göre, Oxford Üniversitesi’nin yaptığı bir araştırma, insanlarda inancın “genetik” olduğunu ortaya koymuş. Yani insan, daha doğuştan bir “Allah inancı”na sahip, ya da daha doğrusu “yatkın” olarak dünyaya geliyormuş. Şöyle diyor haber: “İngiltere’de Oxford Üniversitesi öncülüğünde, 20 farklı ülkede 57 akademisyenin yürüttüğü araştırmada, Tanrı’ya ve ölümden sonra yaşamın varlığına inancın insan doğasına “kodlanmış” olduğu ortaya çıktı. Araştırmaya göre insanlar, bu tür inanç sistemlerini toplum içinde öğrenerek değil, kendi doğasına bağlı olarak küçük yaşlardan itibaren geliştiriyor.”
Bir müslümanın aklına bu haberi okur okumaz ne gelir? “Her doğan (çocuk) fıtrat üzere doğar…” hadisi tabii ki.
[1]el-Buhârî, “Cenâiz”, 91; Müslim, “Kader”, 22… Daha önce de farklı münasebetlerle belirttiğim gibi, dilimize “Her çocuk İslam fıtratı üzere doğar” … Continue readingMüslümanlar, insan fıtratının, “elest bezmi”ndeki ikrarın izlerini taşıdığına ve dünyaya gelirken o ikrarın gereğini yerine getirmek için lazım olan donanıma sahip olduğuna inanır. Bu ikrar, birbirinin lazım-ı gayri mufarıkı olan hususların tamamına iman etmeyi tazammun eder.
Yani eğer Allah Teala’nın varlığına gerçekten iman ediyorsanız, ahiretin, peygamberlerin, kitapların, meleklerin varlığına da iman etmelisiniz. Birinci aşamada Deistlerin, ikinci aşamada da Ehl-i Kitab’ın yaman çelişkisi buradadır. Hem bütün noksan sıfatlardan, esiklik ve zaaflardan münezzeh olan bir Allah’a iman ettiğinizi söyleyeceksiniz, hem de O’nun gönderdiği peygamberler ve kitaplar arasında ayrım yapacaksınız; bu ciddiye alınabilir bir durum değildir.
Bu noktada denebilir ki: “Deist Allah’a samimi olarak inanır; ama peygamberlerin ve kitapların doğru söylediğine inanmaz. Bu durumda amentü umdelerinin birbirinin lazım-ı gayri mufarıkı olduğunu nasıl söyleyebiliriz?”
Bu, başlı başına ve detaylı olarak ele alınması gereken bir husustur. Burada sadece şu kadarını söyleyelim: Peygamberlerin sıdkı (peygamberlik iddiasında doğruyu söylemesi), yaşadıkları dönemler bakımından iki noktayla (mucize ve yanlışlanamazlık), daha sonraki dönemler bakımından tek noktayla (tevatür) temellendirilebilir.
Bu bakımdan mucize ve tevatürü inkâr eden modernistlerin, Aleyhissalatu vesselam Efendimiz’in peygamber olduğuna inanmayanları buna iknaya mecalleri yoktur! Kur’an-ı Kerim’in lafız ve mana olarak tarihselliğini savunan ve mucizeleri inkâr eden bir kimse, inanmayan birisine Hz. Muhammed (s.a.v)’in peygamber olduğunu nasıl ispatlayabilir?
Ehl-i Kitab’ın çelişkisi ise daha yamandır. Zira onlar Deistler’in aksine peygamber tebliğine muhatap olmuş bir kökenden geldiklerini iddia etmektedir. Bu köken peygamberlerin birbirlerini teyit eden tebliğ ve mesajlarını tahrif tavrını tazammun, dolayısıyla Ehl-i Kitab’ı kendi iddialarıyla ilzam etmektedir…
Hiç şüphesiz Müslümanlar, Oxford’un söz konusu araştırmasından önce “fıtrat” meselesine iman ediyordu; dolayısıyla bu haberi okuduktan sonra müslümanın imanında herhangi bir “artış/kuvvetlenme” olmasını beklemek normal değil.
Peki bu haber Müslümanlarda ne türlü bir etki yapar/yapmalıdır?
Yukarıda çizmeye çalıştığım çerçeve içinde birisi içimize, diğeri dışımıza dönük iki hayıflanma çıkar buradan: Dışa dönük hayıflanma, evrensel sorumluluklarımızı inkâr ederek, yok sayarak elimizi eteğimizi çektiğimiz dünyada küresel zorbaların değneksiz geziyor oluşudur. İçe dönük hayıflanmaya gelince, diğerini de intaç eder biçimde ümmetin parçalanmış ve kendi derdine düşmüş haliyle kendi varlık alanını berhava etmekte olduğu vakıasından kaynaklanıyor.
Yazının başında zikrettiğim haberde bir nokta daha yer alıyor: “Kırsal alanlarda yaşayanların büyük şehirlerde yaşayanlara göre dini inançlarının daha kuvvetli olduğu da tespit edildi.”
Belki üzerinde esas düşünülmesi gereken husus bu. Şehirlileştikçe modernleşiyor, modernleştikçe dünyevileşiyor, dünyevileştikçe de sahtelikle, sığlıkla, maskelerle tanışıyoruz. Ne dersiniz?
Milli Gazete – 16 Mayıs 2011
Kaynakça/Dipnot
↑1 | el-Buhârî, “Cenâiz”, 91; Müslim, “Kader”, 22…
Daha önce de farklı münasebetlerle belirttiğim gibi, dilimize “Her çocuk İslam fıtratı üzere doğar” şeklinde yerleşmiş bulunan söz doğru değildir. Fıtrat tektir; “İslam fıtratı” ve “gayri İslamî fıtrat” diye bir şey yoktur. Onun için hadiste “Her doğan (çocuk) fıtrat üzere doğar” buyurulmuştur. |
---|