Bir önceki yazıda bütün müçtehidlerin isabetli olduğu görüşünün Mu’tezile’ye nisbet edildiğini ve Ehl-i Sünnet ulemadan (hatta bu görüşün kendilerine nisbet edildiği “re’y ehli”nden) bazılarının bu görüşü çürütme yoluna gittiğini görmüştük.
Yine orada, müçtehidlerin tamamının doğruya isabet ettiği görüşünün, Dört Mezhep İmamı’ndan nakledilen iki görüşten biri olduğunu belirtmiştik. Bunu söyleyen sadece es-Sâlihî değildir. “İmamu’l-Müfessirin” ünvanıyla anılan İbn Atıyye, el-Muharraru’l-Vecîz isimli tefsirinde bu konudaki ihtilafı özetledikten sonra şöyle der: “Ehl-i Sünnet’in çoğunluğu, fer’î meselelerde hakkın her iki tarafta da olduğunu ve her müçtehidin isabetli olduğunu söylemiştir. İmam Mâlik ve arkadaşlarından mahfuz olan da budur…”[1]İbn Atıyye, el-Muharraru’l-Vecîz, IV, 91.
Şu halde burada, çözülmesi gereken bir problem bulunmaktadır: Nasıl olur da Ehl-i Sünnet’in çoğunluğu, Mu’tezile’ye ait bir görüşü benimser?
Allahu a’lem Mu’tezile “Bütün müçtehidler isabetlidir” derken “Allah Teala nezdinde hak tek değildir; müçtehidlerin içtihadları sayısınca hak söz konusudur” demektedir. Ehl-i Sünnet ise Allah Teala indinde hakkın tek olduğunu, ancak müçtehide düşenin, o hakka isabet etmek değil, hakkıyla içtihad ederek bir sonuca ulaşmak olduğunu söylemektedir. Dolayısıyla müçtehidin mükellefiyeti, içtihad edeceği konuda doğru olduğuna kanaat getirdiği bir sonuç elde etmek için bütün gücünü harcamaktır. Onun bu davranışı –görevini yapmış olmak anlamında– bizatihi “isabet”tir.[2]Bkz. İbnu’l-Hümâm, Fethu’l-Kadîr, VI, 432. Her müçtehidin bu şekilde vardığı sonuçtan, Allah Teala’nın, “İslam’ın hükmü” olarak razı olduğunu söylemek yanlış olmamalıdır ki, fer’î meselelerde ihtilafın meşruiyetini kabul etmenin zemini budur.
“Fetva, Allah Teala’nın ve Resul-i Ekrem’in hükmünü haber vermektir” tarzındaki tesbit de bunu teyit etmektedir. Hatta el-Karâfî’nin el-İhkâm’da yer verdiği şu tesbit hayli dikkat çekicidir: Müçtehid fetva verdiğinde, nazarında tercihe şayan olan delilin gereğini yapmış olmaktadır ve bu haliyle o, delillerde bulduğu ilahî hükmün tercümanı mesabesindedir. (…) Müçtehid, fetva vermek suretiyle insanlara Allah Teala’nın hükmünü haber vermiş olmaktadır. Bu, onun, Allah Teala’dan gelen şer’î delillerden anladığı şeydir…[3]Bkz. el-Karâfî, el-İhkâm, 97-8.
O halde “Hakim içtihad edip fetva verdiğinde isabet ederse iki sevap, hata ederse bir sevap alır” anlamındaki hadisi nasıl anlamalı?
Bütün müçtehidlerin isabetli olduğunu söyleyen ulema bu hadisin şu anlama geldiğini söyler: Burada geçen “isabet”, evla/efdal olan hükme ulaşılmasıdır. “Hata” ise evla/efdal olmayan hükme isabet edilmesidir ki, bunun, “hatalı hüküm”den farklı olduğu açıktır.
Farklı içtihadî hükümlerden sadece birisinin doğru, diğerlerinin hatalı olduğunun söylenmesi şöyle bir sakıncayı da beraberinde getirmektedir: Müçtehidlerin her biri için birtakım içtihadlarında isabet, birtakım içtihadlarında ise hata etmek söz konusudur. Dolayısıyla içtihadî ahkam içinde isabetle birlikte hatalar da kaçınılmaz olarak mevcuttur. Bu durumda başta kendileri olmak üzere bu içtihadlarla amel eden herkes, dini yaşantısının bir bölümünü isabetli hükümler üzerine bina ederken, bir bölümünü de hatalı görüşler üzerine kurmuş olacaktır.
Buradan “Fıkh’ın beşerîliği” meselesine geçebiliriz. Ama gördüğünüz gibi Pazartesi’yi beklemek durumundayız.
Milli Gazete – 1 Aralık 2007