Muhammed Esed’in, Arapça’yı Kur’an’ın nazil olduğu dönemdeki –dejenere olmamış– kullanılış biçimiyle öğrenmek için bedevî kabileler arasında yıllarca yaşaması takdire değer bir gayret doğrusu.
Bunun yanısıra geçmiş müfessirlerin çalışmalarına yaptığı atıf (bkz. Kur’an Mesajı, I, XXVII) onun bir “meal yazarı” olarak nasıl bir ilmî ve ahlakî sorumluluk idrakine sahip bulunduğunu gösterir.
Bu bağlamda onun, Kur’an’ın anlaşılmasında Sünnet’in önemine yaptığı vurgunun da altını çizmemiz gerekir.
Bütün bu hususlar Esed merhumun İslam dünyasına önemsenmesi gereken bir renk ve ses kattığını göstermekle birlikte, bence daha önemlisi, onun, bu duruşuyla İngilizce meal çalışması yapmış birisi olarak Batı’da ne tür etkiler yaptığının araştırılmasıdır. Meselenin bu yönünün araştırılması bence ilginç sonuçlar getirebilir.
Esed merhumun meali ile ilgili söyleşinin buraya aktarmayı uygun bulduğum kısmı burada bitiyor. Bu serinin ilk yazısının hemen akabinde beni telefonla arama inceliğini göstererek bu söyleşinin yayımlandığı derginin elime ulaşmamasından duyduğu teessürü –o kendine has nazik üslubuyla– dile getiren muhterem Engin Noyan’a bu vesileyle bir kere daha teşekkür ediyorum. (Derginin henüz elime geçmediğini de burada bir not olarak ekleyeyim.)
Şüphesiz bu seri yazıda ortaya konan gözlemler, Esed meali hakkında söylenmesi gerekenlerin tamamını oluşturma iddiasında değildir. Esasen bu meal, sistematiğiyle, dili ve üslubuyla, konulara yaklaşım tarzı ve kaynaklarıyla kanaatime göre hakkında müstakil çalışmalar yapılmasını hak edecek bir yapıya sahiptir.
Esasen yıllardan beri dilimizde yapılan meal ve hatta tefsir çalışmaları hakkında uzun soluklu ve ciddi incelemelere ihtiyaç bulunduğu açık. Konunun mütehassısları için alabildiğine bakir olan bu sahada yapılacak bu tür çalışmalar, yaşanan başıboşluğu, karmaşayı ve kafa karışıklığını –bir ölçüde de olsa– önleyecektir.
Erzurum Atatürk Üniversitesi İlahiyat Fakültesi’nde Türkçe mealler üzerine Doktora çalışması yaptığını bildiğimiz muhterem Faruk Gürbüz’ün tezinin neşredilmesiyle bu sahadaki önemli bir boşluğun dolacağına inanıyorum.
Tenkidin fayda hasıl etmesi için, tenkide muhatap olan kimsenin bunu bir katkı olarak görüp istifade etmekten ve tesbit edilen eksiklik/yanlışlıkları itirafı bir fazilet bilerek düzeltme yoluna gitmekten sarf-ı nazar etmemesi gerekir. Ne ki, bu kültürün bizim ilmî çevrelerimizde yerleşmemiş olduğu da hepimizin malumu. Eleştiriye muhatap olanlar (burada haklı ve makul eleştiriyi kasdettiğim belirtmeliyim) bunu bir “karalama” olarak algılamayı ve tahammülsüzlük göstererek karşı tarafa cevap yetiştirmeyi tercih ediyor. Oysa ilim hiç kimsenin tekelinde değildir ve haklı, seviyeli ve makul eleştiri ilmi ancak artırır.
Milli Gazete – 21 Ocak 2003