Rivayete göre el-Hasenu’l-Basrî, Efendimiz (s.a.v)’in Ureyneliler’le ilgili uygulamasının Haccac’a nakledilmesini doğru bulmamıştır. Sebebi, Haccac’ın bu uygulamadan hevasına uygun neticeler çıkarmasıdır.[1]İbn Hacer, Fethu’l-Bârî, X, 225.
Bilginin üzerinde her yönüyle özel bir hassasiyet göstererek durmamız gereken bir “emanet” olduğunu dile getiren referanslarımız var. “İnsanlara anlayacakları şeyleri anlatın. Allah ve Resulü’nün yalanlanmasını ister misiniz?”[2]el-Buhârî, “İlim”, 49. diyen Hz. Ali (r.a)’ın nasıl bir endişe ile hareket ettiğini anlamak zor değil.
Aynı hassasiyeti Abdullah b. Mes’ûd (r.a)’da da görmek şaşırtıcı gelmiyor: “Bir gruba, akıllarının almayacağı şeyler söylersen, şüphesiz bu onların bir kısmı için bir fitne olur.”[3]Müslim, “Mukaddime”, 5.
Bilgi, kim tarafından, nerede ve ne şekilde kullanılacağına bağlı olarak faydalı olabildiği gibi yıkıcı ve zararlı da olabilir. Bu “yıkıcılık” vasfı sadece o bilgiyi hazmedemeyen hamiliyle ilgili değildir; onun, genel olarak topluma yönelik bir yanı bulunduğu da açıktır. Bu noktada, tarihte ve günümüzde ortaya çıkmış bid’at akımların tamamının bir bilgiye, hem de Kur’an ve Sünnet’ten elde edilmiş bilgiye dayandığını hatırlamakta fayda var.
Bu sebeple İmam Mâlik, sıfat-ı ilahiye konusundaki müteşabih rivayetlerin ve İmam Ebû Yusuf, garib hadislerin uluorta nakledilmesini hoş karşılamazlardı.[4]İbn Hacer, a..e., aynı yer.
Sahabe’den ve daha sonraki kuşaklardan ilim ve fekahetiyle öne çıkan bu zirve isimlerin bu tutumlarının altında yatan sebep aynıdır: Bilginin “tahrip edici” özelliği. Efendimiz (s.a.v)’in “faydasız bilgi”yi “kendisinden Allah’a sığınılınacak” bir şey olarak gördüğünü anlatan rivayet son derece önemli bir uyarı taşıyor.
Her seviyeden insanın her türlü bilgiyle doğrudan muhatap kılınması, “obezite”ye davetiye çıkarmaktan başka bir şey değildir. Yemek yeme kültürünü kaybetmiş, midesini abur-cuburla doldurmayı “beslenme” zanneden insanları bekleyen son; sağlıksız, tabii halini kaybetmiş, türlü hastalıklara/arızalara düçar olması kaçınılmaz olan bedendir. Bu durum “obezite” olarak isimlendiriliyor. Obezite, “bu beden bu kadar yemeği kaldırmıyor” ferkyadının beden tarafından haykırılmasından başka bir şey değildir.
Obezite sadece mideye aşırı şekilde yükleme yapmakla ortaya çıkmaz. Kalp ve beyin hazım kapasitesinin üstünde ve abur-cubur bilgiyle doldurulduğu zaman da bir “obezite” durumu ortaya çıkar. İşte bu, “entelektüel obezite”dir. Bu obezite, çağımızda hayli yaygın olmakla birlikte, ancak yakın temas halinde farkına varılabilen bir türdür. Ve o da, tıpkı yanlış beslenme durumunun ortaya çıkardığına benzer bir “hastalık”tır. Aralarındaki fark, birinin mideye, diğerinin kalp ve beyne aşırı yükleme yapılmasıyla ortaya çıkması; birinin bedeni, diğerinin ruhu “hamal”lığa mahkûm etmesi ve nihayet birinin karşıdan görmekle hemen tanınmasına rağmen diğerinin –dediğim gibi– yakın temasla anlaşılabilmesidir. İlk gruba girenlerin –eğer birilerinin sırtından geçinen asalak türünden değillerse– genellikle kendilerinden başka kimseye zararları dokunmaz. İkincilere gelince, hem kendileri bu amansız hastalğığın pençesinde kıvranırlar, hem de temasta bulundukları insanlara zarar verirler.
Kimdir bu “entelektüel obezler?” diye soracak olursanız; bunlar, “bilgi sahibi olmadan fikir sahibi olanlar” sınıfına dahil değildir. Bilgileri vardır, ancak sahip oldukları bilgi, yığma duvar gibidir. Rast gele, üst üste yığılmış tuğlalardan müteşekkil bir duvar…
İbn Teymiyye için söylenen bir söz vardır: “Onun ilmi aklından fazlaydı” derler. Elbette burada İbn Teymiyye ile entelektüel obezler arasında, haklarında bu sözün söylenmesi dışında bir ortak nokta yoktur.
Bunların tek özelliği kapasitelerinin üstünde bilgi yüklemesi durumu yaşıyor olmaları değil; onlar aynı zamanda yükleme işi “sistemsiz” yapıldığı için hatırı sayılır ölçüde “kafası karışık” ve “ukala” tiplerdir.
Hz. Peygamber (s.a.v)’den, Sahabe’den ya da bu ümmetin kılavuzu imamlardan bahsederken “asker arkadaşlarından” bahsettiklerini sanırsınız. Bireysel mükellefiyetleri konusunda hemen hiç hassasiyet göstermezler. Bu dinin temel referansları onlar için birer “bilgi nesnesi”nden ibarettir.
Onlar çağın en amansız hastalığına müpteladırlar…
Milli Gazete – 21 Haziran 2010