Salı günkü yazım üzerine İzmir’den A.Tahir kardeşim bir internet adresi göndermiş. el-Kevserî merhumun ilmî çizgisi konusunda o bildik ithamların sıralandığı bu yazının artı bir özelliği daha var: Yazar, el-Kevserî’nin kişiliğine dil uzatıyor.
İşte buna “bel altı vurmak” derler. İlmî çizgisini beğenmeyebilirsiniz, taassupla suçlayabilirsiniz; ama el-Kevserî’nin “ayaküstü yalan söyleyen birisi” olarak lanse edilmesi, gayret-i diniyyeye dokunur ve neredeyse ne ismi ne resmi kalmış olan İslam kardeşliğini tümüyle dinamitlemekten başka bir anlam ifade etmez.
Elbette el-Kevserî de bir beşerdir ve hataları olacaktır. Ama yüzyıllardır bu ümmetin kahir ekseriyetinin metbuu olma şerefine nail olmuş İmam Ebû Hanîfe aleyhindeki onca tezviratı yapanların değil de, onu müdafaa edenin “taassup”la itham edilmesi akıl alır gibi değil. Üstelik, “İmam Ebû Hanîfe, bazı zayıf görüşlerinde –delilini araştırmada bezl-i cehd etmeden– Kadı Şurayh, İbrahim en-Neha’î ve emsali mütekaddimuna muvafakat etmiştir” diyen de el-Kevserî’den başkası değilken!..
Evet o bir “cedelci” ve “tenkitçi”dir ve tenkitte üslubun bazen sertleşmesine ve maksadı aşan sözlerin süduruna kişi her zaman engel olamayabilir. Ancak üslubun sertliğiyle, söylenen sözün hakikat olup olmadığı birbirinden farklı şeylerdir. İlkinden yola çıkarak ikincisi hakkında hüküm vermek ne ilmî, ne de ahlakî olarak onaylanabilir bir davranıştır…
Elbette el-Kevserî gibi tenkitçi bir alimin muhalifleri olacaktır. Her ne kadar bir çoğu bilahare onun ilmî mevkiini takdir etmekten geri durmamışlarsa da, bir an için onların da muhalif tavırlarını devam ettirdiğini farz edelim; iyi ama el-Kevserî’nin gerek ilmini, gerekse kişiliğini tebcil ve takdirle anan ulemanın söylediklerini nereye gizleyeceğiz? Değil mi ki, ilmî mevkiini ve itibarını dost-düşman herkesin itiraf ettiği Muhammed Ebû Zehra gibi bir otorite onu “asrın müceddidi” olarak tavsif etmekten geri durmamıştır?!
İlmî ihtilafların, titizlikle muhafazası zorunlu olan “kardeşlik hukuku”nu zedelemesine izin vermemek gerektiği ortadayken, işi “el-Kevserî, ne aklına, ne nakline, ne ilmine, ne de dinine itibar edilecek birisidir” noktasına getirmek “taassub”un değilse, neyin ifadesidir?
Yukarıda işaret ettiğim yazıda yer alan itham ve iddiaları burada teker teker ele almak imkânsız olduğu için bu meseleyi şimdilik burada noktalayacağım. Ancak görünen o ki, el-Kevserî’yi muhtelif cepheleriyle tanıtmaya yönelik mevcut çalışmalar bir noktayı eksik bırakıyor: Ayrıntılı bir “el-Kevserî tenkitleri tahlili” yapılmadıkça bu nokta her zaman muallakta kalacak.
Bakalım zaman ne gösterir…
Milli Gazete – 6 Eylül 2003