Y.N.Öztürk‘ün, “anadilde ibadet” uygulamasını, “Türk dünyasının hayati meselesi olarak” başlatan kişi nitelemesiyle kendisinden sitayişle bahsettiği Ebu’l-Feth Celâluddîn Ekber b. Hümâyûn, 1526-1858 yılları arasında Hindistan‘da hüküm sürmüş olan Babürlüler devletinin 3. hükümdarı olarak, 1556’dan, ölüm tarihi olan 16 Ekim 1605’e kadar tahtta kalmıştır.
Abdülhayy el-Hasenî‘nin verdiği bilgiye göre (Nüzhetu’l-Havâtır, V, 84 vd.) önceleri ulema ve sulehaya karşı son derece saygılı ve ilme düşkün birisi olan Ekber, 1575’te başkent Fetihpur Sikri‘de inşa ettirdiği ve “ibadethane” adını verdiği mekânda Müslüman, Hindu, Mecusi ve Budist bilginlerini toplayarak münazara yaptırır ve onları dinlemekten büyük bir keyif alırdı. Bilahare etrafında toplanan Ebu’l-Feyz ve Ebu’l-Fazl el-Allâmî kardeşler, Ebu’l-Feth ve Muhammed el-Yezdî gibi dalkavuk fitneciler, adil bir sultanın herhangi bir müçtehidi taklid etmesinin yakışıksız olduğu, kendi mertebesinin müçtehidlerin mertebesinden daha yüksek olduğu fikrini devamlı surette işleyerek taklidi yasaklamasını içtihad kapısını açmasını telkin ettiler. Bir süre sonra bu fikirler meyvesini vermeye başladı ve Ekber, ulema ve sulehayı yanından uzaklaştırarak “içtihad kapısı“nı açtı. Mut’a nikâhının tecvizi ve Müslüman erkeklerin putperest kadınlarla evlenmesini yasallaştırmak da dahil olmak üzere pek çok alanda “yeni içtihadlar”da bulundu. Hatta işi daha da ileriye götürerek başta Dört Halife olmak üzere Selef‘e ta’n-u teşnie başladı; Kur’an’ın mahluk olduğu görüşünü savundu; vahyi reddetmeye ve bunun doğal bir uzantısı olarak Nübüvvet kurumu ve mucize konusunda şüpheler izhar etmeye, melek, cin, haşr ve sair mugayyebatı inkâra başladı. Tenasuh‘u savundu, inek kesimini yasakladı, zımmîlerden cizye vergisini kaldırdı; içki, kumar vb münkeratı serbest bıraktı. Sarayının bahçesinde Mecusîler gibi ateş yaktırdı, müşrikler gibi güneşe ta’zim edilmesini emretti. Hatta kelime-i tevhidi “Lâ ilâhe illallâh Ekber halîfetullah” şeklinde değiştirdi.
“Hakk“ın bütün dinlerin ortak paydası olduğu fikrini ileri süren Ekber, bu fikrin pratik yansıması olarak da her dinden bazı inanç ve ritüeller alarak “Din-i İlahi” adını verdiği ve Hindistan‘da o gün için mevcut olan (İslam, Hristiyanlık, Zerdüştîlik, Hinduizm, Budizm gibi) dinlerin karışımından ibaret yeni bir “din” icad etti. Genel bir uygulama olarak her sene Nevruz‘da törenler eşliğinde güneşe ve ateşe secde etmeye başladı.
Bir süre sonra İslam‘ın, “Araplar’ın ayak takımı” tarafından icat edildiğini söylemeye başladı ve Felsefe, Tıp, Matematik ve Astronomi dışındaki “Arabî ilimler“i yasakladı.
DİA‘ya göre ölüm hastalığındayken bütün bu yaptıklarından tevbe ettiğini anlatan zayıf bir rivayet varsa da Abdülhayy el-Hasenî bu konuda suskundur. Bu rivayet doğru kabul edilse bile, yaktığı ateşin yalımlarının 21. yüzyıla kadar uzandığı düşünüldüğünde Ekber‘in ve ona etki eden zevatın ilhadı üzerinde ciddi olarak durmanın zarureti ortadadır. Şu kadarını söyleyelim: Ekber‘deki ilhad ateşini tutuşturanlar arasında müstesna bir yeri olan Ebu’l-Fazl el-Allâmî‘nin, “resmî Babürlüler tarihi” niteliğinde olan ve özellikle III. cildinde “Din-i İlahi” hareketinin fikrî temellerini veren Ekbernâme‘si İngilizce’ye çevrileli 100 yıldan fazla olmuştur…
Milli Gazete – 10 Temmuz 2003