İsrailoğulları Hz. Musa önderliğinde Mısır’dan çıkıp Firavun’un zulmünden uzaklaşmışlardı. Ancak Firavun onları takip etti. Onun, ordusuyla arkalarından geldiğini gören İsrailoğulları’nın, kendilerini esaretten ve zulümden kurtaran Hz. Musa’ya tepkileri şu oldu:
“Ve Firavun yaklaştı, ve İsrailoğulları gözlerini kaldırdılar, ve işte, Mısırlılar arkalarından yürüyorlardı; ve çok korktular ve İsrailoğulları Rabb’e feryat ettiler. Ve Musa’ya dediler: Mısır’da kabirler bulunmadığı için mi çölde ölmek üzere bizi getirdin? Bizi Mısır’dan çıkarmakla bize ettiğin bu nedir? Mısır’da sana: Bırak bizi, Mısırlılar’a kulluk edelim diye söylediğimiz söz bu değil midir? Çünkü çölde ölmektense Mısırlılar’a kulluk etmek bizim için daha iyi olurdu.” (Çıkış, 14/10-12)
Bundan sonra Kur’an’da da anlatılan (bkz. 7/el-A’râf, 138; 10/Yûnus, 90; 36/eş-Şuârâ, 61-6) anlatılan mucize gerçekleşti ve İsrailoğulları, ikiye yarılan Nil nehrini salimen geçerken Firavun ve ordusu sularda boğuldu. Ancak bu ilahî yardımı çabucak unuttular:
“Ve Elim’den göç ettiler, ve İsrailoğulları’nın bütün cemaati, Mısır diyarından çıkışlarından sonra, ikinci ayın on beşinci gününde, Elim ile Sina arasında olan Sin çölüne geldiler. Ve İsrailoğulları’nın bütün cemaati Musa’ya karşı ve Harun’a karşı söylendiler; ve İsrailoğulları onlara dediler: Keşke Mısır diyarında et kazanları başında oturduğumuz zaman, doyuncaya kadar ekmek yerken Rabb’in eliyle ölse idik; çünkü bütün bu cemaati açlıkla öldürmek için bizi bu çöle çıkardınız.” (16/1-3)
Ardından Kur’an’ın “kudret helvası ve bıldırcın” olarak zikrettiği (bkz. 2/el-Bakara, 57; 7/el-A’râf, 160; 20/Tâ-Hâ, 80), Tevrat’ta ise “ekmek ve bıldırcın” diye geçen nimete kavuştular. Ancak kendilerine, yeterli miktarda verilen bu yiyecekleri aç gözlülük ederek biriktirmemeleri tenbih edildiği halde bu uyarıya kulak asmadılar:
“Her biriniz, yiyeceğine göre ondan devşirin; adam başına bir omer (3.7 litrelik bir ölçek) olmak üzere canlarınızın sayısına göre her biriniz çadırında olanlar için alacaksınız. Ve İsrailoğulları böyle yaptılar ve kimi çok ve kimi az devşirdi. Ve omer ile ölçtükleri zaman çok devşirenin fazlası yoktu, ve az devşirenin eksiği yoktu; herkes yiyeceğine göre devşirmişti. Ve Musa onlara dedi: Sabaha kadar hiç kimse ondan bırakmasın. Fakat Musa’yı dinlemediler; ve bazıları ondan sabaha kadar bıraktılar, ve kurtlanıp koktu, ve Musa onlara öfkelendi.” (16/16-20)
Haftanın 6 günü kendilerine bir gün yetecek miktarda verilen bu yiyecekler, Cuma günü iki günlük olarak indiriliyordu. Çünkü (mahlukatı 6 günde yaratan Allah Teala’nın yedinci gün istirahat ettiğini –ki O’nu bundan tenzih ederiz– söyleyen Tevrat cümlesine telmihen) Cumartesi (Sebt, Şabat), istirahat günü idi. Ancak buna da riayet etmeyip yasağı deldiler (16/25-27). Sina çölüne doğru yolculukları devam etti:
“Ve İsrailoğulları’nın bütün cemaati (…) Refidim’de kondular; ve kavma içecek su yoktu. Ve kavm Musa ile çekişip dediler: Bize su ver de içelim. Ve Musa onlara dedi: Niçin benimle çekişiyorsunuz? Niçin Rabb’i deniyorsunuz? Ve kavm orada susadı; ve kavm Musa’ya karşı söylenip dedi: Bizi, oğullarımızı ve hayvanlarımızı susuzlukla öldürmek için, niye bizi Mısır’dan çıkardın? Ve Musa Rabb’e feryat edip dedi: Bu kavma ne yapayım? Az daha beni taşlayacaklar. (…) Çünkü İsrailoğulları (Musa ile) çekiştiler, ve çünkü acaba Rab aramızda mı yoksa değil mi diyerek Rabb’i denediler.” (17/1-7)
Mayıs 2002 – Milli Gazete