Pek çok ayetinde Ehl-i Kitab‘ı “şirk” ile vasıflandırmış bulunan Kur’an‘ın, 3/Âl-i İmrân, 64. ayette onlarla aramızda “ortak” bir kelime/söz/ilkeden bahsetmesini nasıl anlamalı?
Öncelikle bu ayette geçen ve tırnak içinde verdiğim “ortak” kelimesiyle ifade edilen “sevâun”dan başlayalım. Bunun, “ortak” diye çevrilmesi, Müslümanlar ile Ehl-i Kitap arasında müştereken kabul edilmiş bir iman umdesi çağrışımı yaptığı için sakıncalıdır. Gerek tefsir, gerekse lugat kaynaklarının ağırlıklı olarak bu kelimeyi “adl” ile karşılamış ve İbn Mes’ûd (r.a) mushafında “sevâ” yerine “adl” kelimesinin zikredilmiş olması, İbn Atıyye‘nin (bkz. “el-Muharraru’l-Vecîz“, I, 449) bu noktadaki tavrı üzerinde dikkatle düşünmemizi gerektiriyor.
İbn Atıyye, belirttiğim yerde özetle ve anlam olarak şöyle der: “Bana göre burada “sevâun” kelimesi özel bir şekilde tefsir edilmelidir. Bu ayet, bütün insanlar için aynı seviyede önemli ve geçerli olan anlamlara davet etmektedir. Ayetin muhatapları, bir kısmı diğerlerini rabb edinmiş olmakla aynı seviyede değildir. Ayet bu çağrıyı yapmakla onları, hiç kimsenin başkasından üstünlüğünün söz konusu olmadığı Hakk’ı kabule davet etmektedir…”
“Ha ortak, ha adil; ne fark eder?” diyebilecekler için hemen belirteyim ki, burada bu kelimeye “ortak” anlamı verdiğimizde, Ehl-i Kitab‘ın, yalnızca Allah Teala‘ya kulluk etme, O’na herhangi bir şeyi ortak koşmama ve O’nunla birlikte başkalarını rabb edinmeme konusunda aynen Müslümanlar gibi inanıp düşündüğünü ve bu ilkelerin, Müslümanlar‘la onlar arasında ortak/müşterek olduğunu söylemiş oluyoruz.
Peki Ehl-i Kitap bundan farklı bir şey mi söylüyor?
Bu soruya “evet” diyebilmek için, ayetteki vurguyu göz ardı etmek ve Ehl-i Kitab‘ın hakikat-i halini onlar adına türlü tevillere tabi tutmak gerekir.
İlk olarak burada Ehl-i Kitab‘ın –ki Fahruddîn er-Râzî ve başka müfessirler burada bilhassa Hristiyanlar‘ın kast edilmiş olduğu görüşünü tercih etse de, doğrusu, et-Taberî ve daha başka müfessirlerin de belirttiği gibi, Ehl-i Kitab‘ın her iki cenahının da kastedildiğini söylemek olmalıdır–, birbirini tamamlayan üç hususu kabule davet edildiğine dikkat edilmelidir:
Bu üç husus, onların “peygamber” ve “din adamı” telakkilerindeki çarpıklığı gündeme getirmekte, peygamberleri (9/et-Tevbe, 30) ve din adamlarını/dinî mercileri (9/et-Tevbe, 31) Allah Teala‘ya ortak koşmamalarını ihtar maksadı taşımaktadır.
Ehl-i Kitap aksini ne kadar iddia ederse etsin, onların haham ve papazlarıyla ilişkisi Kur’an nazarında “şirk”tir. Tevrat ve İncil‘in Yahudi ve Hristiyan din adamlarınca yapılan yorumlarının bizzat bu kitaplar kadar bağlayıcı kabul edilmesi bunun en canlı şahididir.
İşte mevzu-i bahsimiz olan ayette bu noktaya vurgu yapılmakta ve Ehl-i Kitap, peygamberleri, din adamlarını ve dinî/kurumsal mercileri rabb edinme tavrından vaz geçmeye çağırılmaktadır.
Tekrar başa dönecek olursak; “sevâun” kelimesine “ortak” anlamı verilmesi ancak şöyle bir tefsir ile mümkündür: Ey Ehl-i Kitap! Madem Allah Teala‘ya şirk koşmadığınızı iddia ediyorsunuz; aramızda bir ortak nokta var demektir. O halde bunun gereğini yapın. Biz, Allah Teala‘ya şirk koşmak anlamına gelen her türlü tutum ve inancı reddettiğimizi açıkça söylüyor ve gereğini yapıyoruz. Haydi siz de insanların birbirini rabb edinmesi ve dolayısıyla şirk anlamına gelen inanç ve tutumlarınızdan vaz geçin. Tevhid‘in gereğini yerine getirin; kavlinizle fiiliniz, sözünüzle inancınız, iddianızla vakıa çelişmesin.
Şimdi soru şu: Acaba Kur’an pek çok ayetinde Ehl-i Kitab‘ın küfür ve şirk içinde bulunduğunu vurgularken (bu ayetlerin bir dökümü için bkz. “Modern İslam Düşüncesinin Tenkidi“, I, 309-11), Ehl-i Kitap ile aramızda çok önemli bir fark bulunmadığını ileri süren şu satırları nasıl anlamalıyız:
“… Zaten dikkatlice bakıldığında görülecektir ki ehl-i kitapla temel noktalarda birlikteyiz. Daha meşhur ifadesiyle amentüde ittifakımız vardır. Çünkü Allah’ın gönderdiği kitapların hemen hepsinde tekrarlanan amentüdür: Allah birdir. Peygamberler haktır. Melekler vardır. Kitaplar gönderilmiştir. Ahiret vardır. Ölen insanlar bir gün dirilecek, yaptıkları iyiliklerin mükafatını, kötülüklerin de mücazatını göreceklerdir.
“Bu temel noktalar bir amentüden başkası değildir ve biz ehl-i kitapla bu amentüde müttefikiz. Garip olan şudur ki ittifak ettiğimiz amentüyü öne geçirmiyor da ihtilaf ettiğimiz teferruatı ileri sürüp mutlak küfre karşı dayanışmamıza engel olarak görüyoruz. Halbuki temelde ittifak varken teferruattaki ihtilaflara takılıp kalmak makul değildir.” (Ahmed Şahin, Zaman, 17 Nisan 2000)
Ne dersiniz, Ehl-i Kitap mı değişti, yoksa…?
Milli Gazete – 5 Mart 2005