Şurası açık ki bir müslümanla evlenmeyi kabul etmiş kitabî bir kadın –teoride olmasa bile pratikte– kendi dinindeki birtakım mübahları/helalleri terk etmeyi göze almış demektir. Aksi halde böyle bir evlilik çürük bir zemin üzerine kurulmuş olacaktır.
İbnu’l-Hümâm bu noktaya parmak basar ve anlam olarak şöyle der: Hz. Ömer (r.a) Ehl-i Kitap kadınlarla evlenen bazı sahabîleri bundan men ederken, bu kadınlarla evlenmenin haram olduğunu söylememiştir. Onun dikkate aldığı husus şudur: Böyle bir evlilik yapan müslüman için gayrimüslimlere karışma (onların hayat tarzlarını içine sindirme) durumu söz konusu olacak; ayrıca böyle bir evlilik çocuklar için risk teşkil edecektir. Zira küçük yaştaki çocuk annesine daha düşkündür. Dolayısıyla annesinin dini üzere yetişecektir. Bütün bunlar birer “fitne” durumudur. İmam Mâlik, de erkeğin, karı-koca münasebetleri çerçevesinde içki içen karısıyla mübaşeret etmek durumunda kalacağının ve bunun doğuracağı olumsuzlukların altını çizmektedir.[1]İbnu’l-Hümâm, Fethu’l-Kadîr, III, 136.
Ehl-i Kitap kadınla evlilik ya bu türlü sonuçları tevlit edecek, ya da kaçınılmaz olarak bunun tersi söz konusu olacaktır. Yani Müslüman koca giderek karısının yaşantısını paylaşmaya, onun gibi olmaya başlayacaktır. Aksi durumda böyle bir evliliğin yürümesi mümkün değildir.
Bu sebeple ulema, evla olan davranışın Ehl-i Kitab’ın kestiğini yememek ve kadınlarıyla evlenmemek olduğunu söylemiştir. Bu hüküm, Kur’an’ın getirdiği cevazla çatışma teşkil etmez. Zira Kur’an’ın hükmü, her durumda ve herkes için yerine getirilmesi gereken bir “emir” değil, gerektiği zaman başvurulabilecek bir “izin/ruhsat”tır.
Dolayısıyla kâfirleri dost edinmeme emri veren ayetle Ehl-i Kitap kadınla evliliği serbest kılan ayet arasında herhangi bir çatışmanın söz konusu olmadığını söylemek durumundayız.
Bir de ulemanın bu hükmün münhasıran “zimmî” statüsündeki Ehl-i Kitap kadınlar için geçerli olduğuna, Daru’l-harp’te ikamet eden kitabî kadınların ise bu hükmün dışında tutulduğuna dikkat edilmelidir.
Öte yandan tarih boyunca birtakım gayrimüslimlerin devlet idaresinde yüksek makamlara kadar çıktığı realitesini de gözden uzak tutmamak gerekir. Bu da elbette bir önceki paragrafta vurgulanan “zimmî” statüsünde bulunanlar için bahis konusudur. Bunlar içinde –Sava Paşa örneğinde olduğu gibi– İslamî ilimlere ciddi şekilde vakıf olanlar dahi bulunmuştur.
Şu halde ilgili ayetlerin nüzul sebebi ile irtibatını, uygulamayı ve ulemanın dikkat çektiği noktaları da dikkatte tutarak Ehl-i Kitab’ın veli edinilmemesi durumunun çerçevesini şöyle çizmek yanlış olmasa gerek: Ehl-i Kitap ve daha genelde bütün gayrimüslimlerin Müslümanlar tarafından dost, sırdaş, yaran edinilmesi yasaklanmıştır. Bu durum, onların özellikle zimmî statüsünde bulunan kesimiyle sınırlı olarak uzmanlıklarından istifade etmek, iffetli kadınlarıyla evlenmek, kestiklerini yemek tarzında ilişkiler kurulmasına mani değildir. Ancak bunun da genel geçer bir serbesti olarak algılanması doğru değildir. Evla olan, bu türlü ilişkilerin “ihtiyaç” durumuyla sınırlı olarak kurulmasıdır.
İslam’ın Batı tarafından bilinçli ve amaçlı bir şekilde “küresel düşman/tehdit” olarak ilan edildiği ve hemen bütün politikaların bu zeminde şekillendirildiği günümüzde, genel olarak gayrimüslimlerle, özel olarak da Ehl-i Kitap ile ilişki kurarken daha bir dikkatli olmak durumundayız. Kur’an’ın onların tabiatı hakkında bize verdiği haberleri “tarihsel” (o dönemin Ehl-i Kitab’ına mahsus özellikler) olarak görmek ölümcül bir hatadır.
Milli Gazete – 10 Aralık 2007
Kaynakça/Dipnot
↑1 | İbnu’l-Hümâm, Fethu’l-Kadîr, III, 136. |
---|