Kur’an ve Sünnet’in getirdiği “inanan-inanmayan” ayrımı, yeryüzünde tarih boyunca olduğu gibi, kıyamete kadar geçerliliğini sürdürecek olan “en temel” kategorizasyondur. “İnananlar” kategorisine girenler, yani “Mü’minler”, varlığı ve olayları vahye dayalı bilgi ile anlamlandıranlardır. Vahiy, Mü’min’e sadece epistemolojik anlamda “bilgi” sunmakla kalmaz, aynı zamanda onun kişiliğini inşa eder ve dahi hayatın pratiklerine ilişkin yönlendirmelerde bulunur. Dolayısıyla “inananlar” kategorisine girebilmek için bu üç boyutun “hak” olduğuna inanmak şarttır..
Vahyin epistemolojik gerçekliğini kabul etmeyenler yanında, onun, hayatın pratiklerine ilişkin belirlemelerinin “hak” ve “geçerli” olduğunu inkâr edenler de “inanmayanlar” sınıfını oluşturur.
Bütün bunlar, Akide, Ahlak, Amel ve Muamelat alanlarından oluşan Din’e ilişkin kabul ve redlerin belirlediği bir duruşu anlatmaktadır. Bu 4 alandan her hangi birisi ile ilgili olarak “din”in getirdiği teklif ve talepler karşısında kişinin takınacağı tavır, onun din bakımından arzettiği durumu da belirler.
Bu genel tespitler, tıpkı diğer grupların değerlendirilmesinde olduğu kadar, “İslamcı” diye nitelendirilenlerin değerlendirilmesinde de belirleyici kılındığında karşımıza çıkan tablo şudur:
Adı “İslamcılar” arasında zikredildiği halde bugün yaygın bir diğer isimlendirme ile “Modernist” diye anılan kişilerin duruş ve tavırlarına bu noktadan baktığımızda, zaman zaman ciddi aşırılıklara varan yaklaşımları dolayısıyla yeni bir “Ehl-i Bid’at” grup ile karşı karşıya bulunduğumuz görülecektir.
Onların “İslamcı” olarak ya da başka her hangi bir sıfat ile anılması bu gerçeği değiştirmez. Akide’den Muamelat’a kadar uzanan çizgide Kur’an ve Sünnet’i, yani bütünüyle Din’i “farklı” bir bakışla okuma iddia ve teklifinde bulunan bu kesimin İslam’ı layıkı veçhile gibi temsil ettiğini söylemek şöyle dursun, İslam’ın bugün karşı karşıya bulunduğu badirelerin en önemlisini bu kesimin temsilcilerinin söylemleri oluşturmaktadır.
Nasıl geçmişte Mu’tezile, Havaric, Cebriyye… gibi Ehl-i Bid’at gruplar İslam’ı “yanlış” veya “eksik” okumuşlar ise, bugün de aynı durum hemen hemen aynıyla vakidir. Benzetme yapmak gerekirse, geçmişte Mu’tezile’nin temsil ettiği “akılcı” anlayışı bugün Modernistler’in; Haricîler’in katı ve genel olarak Kur’an’dan başka delil tanımayan tutumunu bugün Sünnet’i kabul etmeyen Kur’aniyyûn ve Mealciler’in sürdürmekte olduğunu söylemek çok yanlış olmayacaktır. Dolayısıyla bu akımların da selefleri gibi “Ehl-i Bid’at” olarak nitelendirilmesi en doğru yaklaşım olacaktır.
20 Temmuz 2002 – Milli Gazete