Papa 16. Benediktus’un malum konuşması, farklı kesimlerde farklı yankılanmaya devam ediyor. Diyalog faaliyetlerini onaylamayanlar –biraz da haklı olarak– ” alın size diyalog” derken, bu faaliyetleri onaylayanların ve yürütenlerin ilk şoku atlattıktan sonra savunma stratejisini şu söylem üzerine oturtmaya çalıştığı gözleniyor: Bizim kasdettiğimiz ve yürüttüğümüz diyalog ne Vatikan’a ne de Papa’ya bağımlı. Biz kendi diyaloğumuzu yürütüyoruz. “Papa’ya kızıp diyaloğu bozamayız.” Dolayısıyla kim ne derse desin, kim ne yaparsa yapsın, gerekirse “Papa’ya rağmen diyalog”a devam!..
Nitekim ülkemizde Fethullah Gülen Hocaefendi’nin işrafında başlatılıp yürütülen diyalog faaliyetlerinin Vatikan ile ilişkilendirilmesinin doğurduğu sakıncalar bir süre sonra fark edildiğinde, hemen duruma vaziyet edilmiş ve bizdekinin “yerli” diyalog olduğu, Vatikan ya da başka herhangi bir mahfel ile ilişkisinin bulunmadığı yolunda açıklamalar yapılmıştı.
Bunda, diyalog faaliyetlerinin başladığı dönemin Papa’sı II. John Paul’ün, öyle takdim edildiği gibi Müslümanlar’a karşı “hoşgörülü ve saygılı” biri olmadığının geç de olsa anlaşılmasının etkili olduğunu düşünmek yanlış olmasa gerek. Zira Vatikan’ın Müslümanlar’a karşı önce “entelektüel”, ardından da “siyasî ve askerî” savaş ilan etmesi, Papa II. John Paul dönemi hadisatı cümlesinden olarak kayıtlara geçmiş bulunuyor (Yeni Şafak, 20 Aralık 2004).
Esasen Vatikan’ın “diyalog”dan ne anladığı, gerek Konsil belgelerinde, gerekse Papalık genelgelerinde açık-seçik ortaya konduğu halde diyalog faaliyetlerinin Vatikan gölgesinde sürdürülmesi, meselenin diyaloğa mesafeli kesimlere izahında ve itirazcıların itirazlarına mukabelede önemli bir problem oluşturuyordu. Şimdi aynı söylem tekrar ediliyor.
Ancak bir kısım diyalog faaliyetleri Türkiye’de tasarlanıp hayata geçirilmiş olsa da, genel olarak Dinlerarası diyalog faaliyetleri üzerindeki Vatikan gölgesi görmezden gelinebilecek bir olgu değil. Hocaefendi’nin Papa II. John Paul’ü ziyareti esnasında, ziyaretin amacını beyan sadedinde söyledikleri de hafızalardaki canlılığını halen muhafaza ediyor:
“Dinler arası Diyalog İçin Papalık Konseyi (PCID) misyonunun bir parçası olmak üzere burada bulunuyoruz. Bu misyonun tahakkuk edişini görmeyi arzu ediyoruz. En aciz bir şekilde hatta biraz cüretle, bu pek kıymetli hizmetinizi icra etme yolunda en mütevazı yardımlarımızı sunmak için size geldik. (…) Yeni fikirlerimiz varmış iddiasında bulunmuyoruz. Yine müsamahanıza sığınarak, bu misyonun hedeflerine yakından hizmet etmek için üstlenmek istediğimiz birkaç teklifte bulunmayı arzu ediyoruz…”
Şimdi gelinen noktada diyaloğun –Yahudiler’in ve Hristiyanlar’ın hangi kesimleriyle yapıldığına bakarak–, “kendisi çalıp kendisi oynamak” deyimini hatırlatan bir sürece girdiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Bir yanda İsrail’in en vahşi yöntemleri kullanmaktan çekinmeyen yayılmacı politikaları konusunda sesi sedası duyulmayan Hahamlar, diğer yanda İslam topraklarının işgalini savaş naraları atarak kutlayan Vatikan ve İslam’a hakaretten çekinmeyen şimdiki Papa; beride ise adeta bütün prestijini diyaloğun geleceğine bağladığı için canlı cenazeye dönmüş bir bünyeyi solunum cihazına bağlı olarak da olsa yaşatmaya sarf edilen beyhude bir gayret…
Milli Gazete – 23 Eylül 2006