Dinlerarası diyalog faaliyetleri ile ilgili bu seri yazı sürerken, bir yandan da mail kutuma farklı muhtevada mesajlar akmaya devam ediyor. Yurt içinden ve dışından, konuyla bir tarafından ilgilenenlerden ilginç tepkiler alıyorum…
Zaman gazetesinin diyalog faaliyetlerini müdafaa sadedinde Prof. Dr. Davut Aydüz imzasıyla kaleme alınan seri yazıyı Salı gününden itibaren devreye sokması elbette sadece tesadüf! Yeni Şafak‘ta (20 Aralık) “Vatikan, İslâm dünyasına yönelik izleyeceği yeni politikasını açıkladı. 2003 yılında İslam’a karşı entelektüel mücadele başlatan Vatikan şahinleri, 2004’te bunu askeri ve siyasi savaş düzeyine çıkardılar” başlığıyla yer alan haber de öyle!..
Bir noktayı tekraren vurgulama ihtiyacı hissediyorum: Adına “Dinlerarası diyalog” denen faaliyeti birkaç açıdan değerlendirmek mümkün. Konunun İslamî referanslar, Müslümanlar‘a ve ülkemize yarar mı, zarar mı getireceği, diyaloğun diğer tarafını oluşturanların politika ve beklentileri ilk akla gelen başlıklar.Okumakta olduğunuz seri yazı ise, bu çok yönlü konunun, sadece, ülkemizde diyalog faaliyetlerini yürütenlerin ileri sürdüğü dinî delillerle ilgili boyutunu mevzu-i bahs etmektedir.
Bunu yaparken edep, ahlak ve ilim ölçülerinden çıkmamaya gösterdiğim özen, dikkatli okuyucuların gözünden elbette kaçmıyor. Buna rağmen bu yazıları tepkisellik ve savunma modunda okuyanlara söyleyebileceğim tek şey var: Hiçbir cemaatin şablon ve politikası vahiyle inmiş, dolayısıyla “lâ yüs’el” değildir! Her cemaat mensubu, her biri birer “beşer mahsulü” olan bu şablon ve politikaları mutlaklaştırdığı ölçüde diğer cemaatlerin şablon ve politikalarının da kendi mensupları tarafından mutlaklaştırılmasını onaylamış olmaktadır.
Bunu niçin görmek istemiyoruz?
Her cemaat kendi “kapalı devre”si içinde cemaat politikalarını bin dereden su getirerek tevil ederken “öbürleri”ni itham tavrını sürdürdükçe, “içeride kör dövüşü, dışarıda sağırlar diyalogu” devam edip gidecek…”İçeri”nin eleştiri ve tepkilerine karşı bu derece sağır olanların, “dışarı”nın, bu tepki ve eleştirileri haklı çıkaran tutum ve davranışları karşısında “dilsiz”i oynaması da bir başka garabet!…İslam dünyasına yönelik “savaş“ını entelektüel zeminden siyasî ve askerî zemine kaydırdığını “resmen” açıklayan ve İslam coğrafyasında yürüttüğü misyonerlik faaliyetlerinde elde ettiği “zafer”i(!) “Milyonlar Muhammed’e karşı” sloganıyla duyuran Vatikan‘la, Türkiye‘yi kuşatma emelinin bir tezahürü olarak “gün bugündür” fırsatçılığıyla Ekümeniklik ideasını uluslararası platformlara taşıyan Ortodoks dünyasıyla, “Tanrı krallığı“nın ve “arz-ı mev’ud“un önündeki tek engel olan İslam‘ı ortadan kaldırmaya azm-u cezm-u kasd-u musammem etmiş olan Siyonist Protestanlar‘la “diyalog” fikrine ısrarla devam edilirken, bu ölümcül hatanın İslamî referanslara dayandırılması, bu faaliyetleri sürdürmekte ve onları desteklemekte olanların hamiyet-i diniyyelerine dokunmalı değil midir?
Bütün bu dehşet gerçeklere “bizim hoşgörümüz onları da kucaklayacak kadar engindir” tarzında mukabele edecek olarsanız, bu “enginlik”de “dipsiz bir derinlik” bulunduğunu söyleyenleri tasdikle problemi daha da katmerli hale getirmiş olacaksınız!Bir başka soru: Diyalog faaliyetlerine katılan Hristiyan dünyanın bu üç büyük kolunun resmî temsilcileri küresel iddialarından vaz geçtiklerini ya da hiçbir zaman bu tarz iddialara sahip olmadıklarını bir kere olsun deklare etmişler midir? Bu ve benzeri sorulara muhatap olundukta “Falan yerdeki Hristiyan profesör Kur’an okuyor ve bunun kendisine huzur verdiğini söylüyor; şimdi onunla diyalogda bulunmanın faydası mı, zararı mı var” veya “filan yerde bir grup Hristiyan İslam‘ın güzel bir din olduğunu söylüyor” türünden savunmalara girişmek hiçbir şey ifade etmez.
Zira benim ve benim gibi düşünenlerin itirazı, bu gibi bireysel veya lokal oluşumlarla/yönelimlerle değil, resmî politikalarını yukarıda özetlemeye çalıştığım kurumsal Hristiyalık‘la diyalogculuk oynanmasına ve de bunun bütün Müslümanlar adına yapılmasınadır. Yoksa İslam‘a ve Müslümanlar‘a karşı herhangi bir önyargı taşımayan, İslam coğrafyası üzerinde dinî ve politik herhangi bir hesabı olmayan kimse ve kesimlerle diyaloga hiç kimsenin itirazı olamaz.Son bir soru: Dinlerarası diyalog faaliyetlerine başlandığı günden bu yana Hristiyan dünyanın global/resmî kurum ve temsilcilerinin İslam‘a ve Müslümanlar‘a bakışında ve İslam dünyasına yönelik politikalarında ne gibi değişiklikler oluşması sağlanmıştır?
Diyaloğu mahza tebliğ muhtevalı delillerle payandalandırmakta bir sakınca görmeyenlerin, bu tavırlarıyla bu soruları cevaplandırma sorumluluğunu da üstlenmiş olduğunu ayrıca belirtmeye gerek var mı bilmem…Kısmetse bir sonraki yazıda Hz. Peygamber (s.a.v)’in muhtelif kişilere gönderdiği “İslam’a davet mektupları” ile Hicret sonrası Medine‘de Yahudiler‘in de katılımıyla düzenlenen Medine Vesikası‘nın diyaloğa delil olarak kullanılmasının arz ettiği problemler üzerinde duracağım.Not:Bir önceki yazıda meali verilen ayette geçen “Gelin, sizle ve bizler de dahi olmak üzere” ifadesi “Gelin, sizler ve bizler de dahil olmak üzere…” şeklinde olacak. Düzeltir, bağışlanma dilerim.Devam edecek.
Milli Gazete – 23 Aralık 2004