“Din Kitaplarında Uydurma Hadis Olmaz” Mı?

Ebubekir Sifil2003, Gazete Yazıları, Mart 2003

Muhammed Hamidullah hocaya rahmet dileği tarzındaki bir cümlem dolayısıyla, kendisinden “bir büyüğümüz” diye bahsettiğim bir yazar celallenmiş ve bu köşede Ocak ayından başlayıp Şubat’a sarkan bir dizi halinde ele aldığım görüşleri ileri sürmüştü. O yazılardan sonra internet üzerinden kendisiyle yazışmamız devam etti.

İlk yazıma cevabında “nasihate açık” olduğunu söylediği için “delilsiz-şahitsiz münazara yapmama” prensibimi askıya alarak kendisiyle yazışmayı sürdürmekte bir sakınca görmediğim bu yazar, bir süre sonra mecrası değişen münazarada benim söylemediğim şeyleri bana isnat etme ve kimi sözlerimi de çarpıtarak yorumlama yoluna gidince kendisiyle yazışmayı kestim. Ancak şu noktada da kendisini ikaz ettim: Bana gönderdiğiniz son yazıda şahsıma yönelttiğiniz çirkin iftira ve isnatları tashih etmeden neşrederseniz, hem mahkeme-i kübrada iki elim yakanızda olacak, hem de Milli Gazete’deki köşemden bu iftiralarınızı ifşa etmek zorunda kalacağım.

Son yazım üzerine 6 dosya halinde “cevap” gönderdiği halde kendisine mukabele etmenin –bir fayda hasıl etmek şöyle dursun–, gittikçe daha fazla günaha saplanmasına sebep olduğunu gördüğüm ve esasen artık kendisiyle yazışmayacağımı söylediğim için bu süreci tek taraflı sona erdirdim.

Bana “cevap” diye gönderdiği yazıları hiç değiştirmeden neşre başladığı için ben de gereğini yapacak ve –bana yazdıklarını burada teker teker zikrederek– iftiralarını ifşa edeceğim.

İlk yazısının serlevhası, yukarıdaki başlıkta tırnak içinde yer alan cümleden oluşuyor. Nitekim kendisiyle yazışmaya başladığımız sürecin ilk aşamasında, “25 senedir köşemde bid’at ehline meydan okuyorum. Ehl-i sünnet âlimlerinin kitaplarında bir tane uydurma hadis bulabilene büyük mükâfatlar vaat ettim” demiş ve aynı “meydan okuyucu” tavrı bana karşı da sürdürmüştü. Kendisine verdiğim cevaplar duvara çarpıp geri döndüğü gibi, “kiminle dans ettiğini gör” dercesine ve nereden icabettiyse, bana, yazdıklarının … isimli hocaefendilerin tasdikinden geçtiğini, dolayısıyla benim tavrımın, sadece münferit olarak kendisini değil, bütün bir camiayı karşıma almak anlamına geldiğini söyledi. Eğer söylediği gibi bana yazdıkları gerçekten adları bende mahfuz zevatın tensibinden geçiyorsa, –kendisine de yazdığım gibi– burada münferit değil, kolektif bir hata ile karşı karşıya bulunuyoruz demektir.

Meselenin birbirine bağlı iki kırılma noktası var:

1) Hadis ve Kelam ilimlerinde yeterli birikime sahip olmayan, ancak akide hassasiyetine sahip büyük kitleler nazarında “Ehl-i Sünnet alimlerin kitaplarında uydurma hadis vardır” diyenin haksız, “yoktur” diyenin haklı konuma taşınması, bir-iki küçük manipülasyonla sağlanabilecek kadar kolay.

2) “Hadisler arasında uydurmalar vardır” diyenlerin, Sünnet/Hadis düşmanları olarak takdim edilmesi ve bunun büyük ölçüde refleksif bir tepkiyle kabul görmesi de öyle.

Ne yazık ki, İslamî bilinç üzerinde yürütülen çok boyutlu operasyonlar sonucunda kitlesel duyarlık, zedelene zedelene hassasiyeti son safhaya ulaşmış bir dokunun en küçük bir müdahalede sonucunda yaraya dönüşmesini andırır duruma geldi. İmajinatif ve kurgusal söylemlerin en doğru, haklı ve güçlü ilmî izahatı bile mahkûm edecek güce eriştiği bir ortamda tıpkı Kur’an ve Sünnet’in olduğu gibi Ehl-i Sünnet’in de içinin boşaltılması işten değil.

Cumartesi günü devam edelim.

Milli Gazete – 20 Mart 2003