Diyanet İşleri Başkanlığı’nın daha önce düzenlediği “Güncel Dinî Meseleler İstişare Toplantısı”nda alınan “ihtisas komisyonları oluşturma” kararının ilk somut adımı 2-6 Ekim tarihlerinde atıldı. Güncel Dinî Meseleler Birinci İhtisas Toplantısı’nın konusu Kur’an ve Hadislerin Anlaşılması ve Yorumlanmasında Yöntem Meselesi olarak belirlenmişti.
Başkanlığın, klasik anlama yöntemleri yanında yeni yöntem arayışlarının da önünün açılmasına zemin hazırlığı mahiyeti taşıdığını düşündüğüm bu faaliyeti, önceki toplantı üzerinde dururken de belirttiğim gibi önemsenmesi gereken bir düşüncenin ürünü.
Toplantı hakkında söylenebileceklere geçmeden önce bir noktayı vurgulamayı zaruri görüyorum. Benim de “müzakereci” sıfatıyla davet edildiğim bu toplantının, konuyla ilgili olarak “teknik” bir sıkıntıyı ortaya çıkardığını görmek gerekiyor: “Anlama yöntemleri” üzerinde durmayı amaç edinen ve “klasik” Fıkıh ve Tefsir usulleri yanında yeni usul(ler) oluşturulmasına zemin hazırlayan böyle bir faaliyetin, herhangi bir “sempozyum” tarzında yürütülmesi sağlıklı bir sonuca ulaşılmasını ne ölçüde sağlayabilir? Başka bir söyleyişle, tebliğcilerin, hazırladıkları 10-15 sayfalık tebliği kendilerine tahsis edilen ortalama yarım saatlik süre içinde sunması, hayli kabarık sayıdaki müzakerecilerin, en fazla 10 dakika içinde tebliğ hakkında sağlıklı değerlendirmelerde bulunması ve nihayet bütün bunların birkaç sayfalık sonuç bildirgesi ile hülasa edilmesi, böylesine hassas ve teknik bir konuda gerçekten doğru bir yöntem midir?
Katılımcılardan bir kısmı yeni anlama ve yorumlara yöntemlerine ihtiyaç bulunduğunu söylüyor ve bu iddiayı kendince delillendiriyor; bir kısmı da buna itiraz ederek “klasik” usullerin yeterli (hatta “alternatifsiz”) olduğunu söyleyerek bu iddiayı temellendiriyor. Sonra müzakereciler, konuyla ilgili tebliğleri kendi bakış açıları doğrultusunda değerlendiriyor, lehte ve aleyhte fikir beyan ediyor. Ardından bir komisyon toplanıyor; oturumlarda ifade edilen hususların ne anlama geldiğini ve sonuç bildirgesinde nasıl ifade edileceğini kararlaştırıyor. Yani tebliğ sahipleri neyi savunursa savunsun, sonuç bildirgesini hazırlayanlar bir anlamda “hakem” konumunda meseleyi hülasa ediyor. Bu durumda ortaya çıkan metnin, tek tek tebliğ sahiplerinin iradesini ve iddiasını yansıttığını söylemek elbette mümkün değil.
Bu yöntem kanaatime göre ancak, yeni Usuller geliştirilmesi gerektiği iddiasına sıcak veya soğuk bakanlara fikir jimnastiği imkânı vermesi ve görüşlerini test etme/geliştirme ortamı sağlaması bakımından önemli. Bunun ötesinde tek başına bu toplantılardan somut ve bütüncül bir Usul beklemek doğru değil…
İzleyen birkaç yazıda toplantıya katılanların sunduğu tebliğlerin özetini verip genel bir değerlendirme yapmaya çalışacağım.
Milli Gazete – 10 Ekim 2002