Türkiye 7.2 ile bir kere daha sallandı. Hayatını kaybeden kardeşlerimize Cenab-ı Hak rahmetiyle muamele eylesin. Yaralananlara acil şifa, yakınlarını kaybedenlere ve milletimize sabr-ı cemil ihsan eylesin.
Sözün ilk anlamı olarak sarsıldığımızı söyledik, söylüyoruz. Her sarsıntıda bir “yenilenme”, her titremede bir “kendini yoklama” vardır/ olmalıdır. Bizde öyle oldu mu, yoksa bu depremi de siyasi mülahazaların, ideolojik tasarımların malzemesi mi yaptık/yapıyoruz?
Zor bir zamandayız. Kış kapıya dayandı. Depremzede kardeşlerimiz için de, memleketin diğer bölgelerinde yaşayanlar için de büyük bir imtihan. Depremzedelere yardım ve yaraların sarılması konusunda ülke olarak yüzakı bir dayanışma içindeyiz. “Bir musibet bir nasihatten hayırlıdır” sözünün masadakı bir durum adeta. Oysa başından beri olması gereken buydu. Hiç olmaması gereken şeyler oluyor ve hiç yaşamamamız gereken durumları yaşıyoruz.
Bu hay-huy arasında depremden esas almamız gereken hisseyi ıskalamamış olmak için küçük bir hatırlatma olarak okuyun bu yazıyı.
Müslüman her şeyden önce, kendisi de dahil olmak üzere bütün varlığa vücut veren Yüce Yaratıcı ile hayatının her safhasında irtibat halinde olan insandır. Yaratılış maksadı olan kulluk görevlerini aksatmamaya azami gayret sarf ederek, yaşadığı her mutlulukta, başına gelen her sıkıntıda, velhasıl her halükârda O’nu hatırlar, olayların O’nunla doğrudan bir bağlantısı bulunduğunu hisseder. Mutluluğa şükredip, sıkıntıya sabreder. Nimetin de sıkıntının da O’ndan geldiğinin farkındadır. Müslüman, bu dünyanın bir imtihan yeri olduğunun bilincindedir. Bunun için, karşılaştığı her durumun kendisi için bir sınanma vesilesi olduğunu bilir ve kimi zaman sabır, kimi zaman şükür olarak ortaya çıkan sürekli bir “zikir” halindedir:
“Andolsun ki, sizi biraz korku ve açlık; mallardan, canlardan ve ürünlerden biraz azaltma ile deneriz. Sabredenleri müjdele. O sabredenler, kendilerine bir bela geldiği zaman “Biz Allah’ın kullarıyız ve biz O’na döneceğiz” derler.”[1]2/el-Bakara, 155-6.
Bu bağlamda tabiat olayları da mü’min için, -en azından- kendisini kontrol etme ve Yaratıcısını hatırlama vesilesidir. Söz gelimi sıradan bir şimşek çakması hadisesi bile mü’min için, Yaratıcısını hatırlatan ve O’ndan (O’nun gazabına uğramaktan) korkması gerektiğini ihtar eden bir tabiat olayıdır:
“Yine O’nun delillerindendir ki, size korku ve ümit vermek üzere şimşeği gösteriyor, gökten su indirip, ölümünün ardından arzı onunla diriltiyor.”[2]30/er-Rûm, 24.
Hz. Ömer (r.a) zamanında deprem olduğu zaman (ki kaynakların zikrettiğine göre İslam’da yaşanan ilk deprem hadisesi budur) Hz. Ömer (r.a) irad ettiği hutbede insanların ihdas ettiği bid’atleri dile getirmiş ve olayı buna bağlamıştır.[3]İbn Abdilberr, et-Temhîd, III, 318.
Öte yandan hemen hepimiz için meşhud bir durumdur ki, insan, elde ettiği her mutluluğu ve başarıyı kendisine, başına gelen her kötü durumu ve hüsranı da başkalarına (ve bazan da Allah Teâlâ’ya) mal eder. Bu onun tabiatında vardır. Ancak mü’min, bu anlayışın tam tersinin doğru olduğuna inanır ve başına herhangi bir olumsuz durum geldiğinde önce dönüp kendi yaşantısına, amellerine ve gidişatına bakar. Zira bilir ki, karşılaştığı herhangi bir mutluluk ve başarı (nimet) Allah Teâlâ’dan, bela, hüsran ve sıkıntı ise kendi nefsinin işlediği kötülük ve günahlardandır: “Nimet olarak size ulaşan ne varsa Allah’tandır”[4]16/en-Nahl, 53., “Sana gelen iyilik Allah’tandır; başına gelen kötülük ise nefsindendir.”[5]4/en-Nisâ, 79.
Milli Gazete – 29 Ekim 2011