Ahmet Köprü isimli okuyucunun Daru’l-Hikme’deki söyleşi üzerine yaptığı değerlendirmeye kaldığımız yerden devam edelim.
Şöyle diyor Köprü: “Röportajınızda teknolojiyi bir anlamda neredeyse gayrıdini ve istenmeyecek bir şey gibi gördüğünüz anlamı çıkıyor. Teknolojinin bir kısmı böyledir, mesela TV. Ama tamamı için böyle düşünemeyiz. Teknoloji Allah’ın halifesi olan insanın hilkaten ne büyük yeteneklere sahip olduğunun izharlarından biridir, bu izharı Allah kafire vermiş (ki onun da hikmetleri var) o başka ki o ilmin temelinde de müslümanların emeği var zaten. Eğer teknoloji kötü bir şey olsa mürşid-i kamiller otomobile ve uçağa binmezdi, veya Asr-ı Saadet’te Roma parası kullanılmazdı. Teknoloji için söylenebilecek şey insanoğluna ancak göreli bir refah getirdiği (o da tamamına değil) ancak saadet getirmediği ve teknolojikliğin (teknolojinin değil) insanları giderek içi boşalmış nefsani zombilere dönüştürdüğüdür. Sağlık meselesinde teknolojinin getirdiği faydalar tartışılmaz, hastalıkların çeşit (“hastalık çeşitlerinin” olacak galiba, E.S.) artmasına gelince, onlar teknolojinin nimetlerinden faydalanan insanların hareketsizliğinden kaynaklanıyor çoğunluk.
“Din alimleri teknolojiyi Batının İslama karşı bir zaferi olarak algıladıkça ve müslümanların geri kalmasının sebebini ancak zahiri sebeplerde arayıp ilahi hikmetini görmedikçe ve tarihi iyi bilip Batıyı da iyi tanımadıkça beyin cimnastiklerinden ancak gereksiz yorgunluk ve hatalar çıkar. Tekonoloji konusuna makro yaklaşımlar aramak da gereksizdir, müslümanların bir halifesi yoktur, fetret devrindeyiz, şimdi gerekli olan mikro meseleler yani müslüman kendini günümüz teknolojik dünyasında nasıl korur bunun üzerine düşünmelerdir.”
İnsanı dünyaya –sadece “bağlayan” değil, aynı zamanda– “bağımlılayan” bir ideoloji olan teknolojiye “hayatı kolaylaştıran bir şey” gözüyle bakmaya devam ettikçe meselenin özünü ıskalamamız şaşırtıcı değil. Bizler hala teknolojiyi “hayatımızı kolaylaştırdığı için” olumluladığımızı zannediyoruz. Oysa o bizi tümüyle “esir almış” durumda. Teknolojiden azade bir hayatı –bırakın yaşamayı göze almayı– tasavvur dahi edemeyen bir ruh ve algı durumuyla neyi ne kadar konuşabiliriz ki!
Burada okuyucunun gözden kaçırdığı en önemli hususlardan biri de şu: O söyleşide söz konusu ettiğimiz nokta, “teknolojinin nimetlerini kullanmak caiz midir, değil midir” tarzındaki indirgemeci sorular değil. Orada okuyucuyu üzerinde düşünmeye sevk etmek istediğimiz mesele şu: Bir “ideoloji” olarak teknolojiye hayat veren ve onu bugünkü boyutlarına taşıyan “dünya ve hayat algısı” İslamî midir, değil midir? Bu “dünya ve hayat algısı” olmaksızın böyle bir teknolojik sıçrama yapmak mümkün müdür, değil midir? Ve nihayet küresel ısınma, ekolojik dengenin bozulması vb. sonuçları doğurmayabilecek (alternatif?) bir teknolojik gelişmenin imkânından bahsedilip edilemeyeceği. Sonuç olarak Meseleye dar bir “cevaz–adem-i cevaz” penceresinden bakmaya devam ettiğimiz sürece bizden ciddiye alınabilir bir “modernite eleştirisi” çıkması imkânsız gibi görünüyor.
Öte yandan bütün bunların Müslümanların bir halifesinin bulunup bulunmamasıyla ilgisini kurmak zorunlu ise eğer, öncelikle matbaa meselesine geri dönmemiz gerektiğini hatırlatmak isterim.
Müslümanların geri kalması, teknoloji ve ilahî hikmet, İsmet Özel, Cemil Meriç… bütün bu noktalar hakkında okuyucunun “kestirmeden” söylediklerinin, çok da hesabı verilmiş şeyler olmadığı ortada. Okuma, yazma ve “kafa yorma” eylemlerine “eleştirme” seviyesinde katılmayı hak ettiğini düşünen insanların, bununla bir “sorumluluk” üstlendiklerini sürekli hatırda tutmaları gerekir.
Ciddi ve seviyeli olması kaydıyla eleştiriye her zaman açık olan, kendisi de eleştiriyi bu ölçüler içinde yapmaya çalışan Daru’l-Hikme, Ahmet Köprü gibi değerli okuyucuların katkısını her zaman önemseyecektir…
Milli Gazete – 20 Ağustos 2007