Hadis konusuna daha baştan önyargılı bakanların sıkça dile getirdiği bir argümana değineceğim bugün. Nebevî emaneti zayi etmemek ve gerçekten ağır bir vebali yüklenmeyi göze alma çılgınlığına düşmemek için kılı kırk yarma hassasiyetini sindiremeyişi anlamam mümkün değil. (Yard. Doç. Dr. Ahmet Yıldırım’ın bu cümlelerin muhatabı olmadığını peşinen belirteyim.) Meseleye iki açıdan bakmak mümkün: 1) Hadis külliyatı arasına uydurma karıştığı vakıasını öne çıkartarak hadislere negatif önyargıyla “hangileri uydurma olmayabilir?” sorusuyla yaklaşmak. 2) Mezkûr vakıayı da dikkatte tutmakla birlikte, Müslüman hassasiyetiyle ve pozitif önyargıyla “ya çürük değilse!” hassasiyetini elden bırakmamak. Bu yaklaşımlardan ilki –genelleme yanlışına düşmeden söyleyelim– Hadis’e daha baştan “problemli bir alan” olarak baktığı için, “çoğunluğu oluşturan uydurmalar arasından sahih olanı seçmek üzere” yola çıkmıştır. İkincisi ise “sahih” kategorisi dışında kalanları hemen çürüğe çıkartmadan büyük bir özenle “hasen” ve “zayıf” olarak tasnif eder ve zayıflar arasından “uydurma” olanları da yine aynı özeni göstererek ayıklar…
Şimdi somuta, meselenin Yıldırım’ı ilgilendiren boyutuna gelelim. Diyelim ki elimizde zayıf bir hadis var. Ancak hadisin metni Kur’an’a, Sünnet’e, Dinî ilkelere, akla ve vakıaya (bu başlıkların içinin nasıl doldurulacağının önemine bir önceki yazıda işaret etmiştim) aykırı değil. Üstelik bu hadis, hepsi de kendisi gibi zayıf olan başka birkaç rivayet tarafından da desteklenmektedir. Bu durumda bu hadis hakkında nasıl hüküm vermeliyiz? Yukarıda zikredilen yaklaşımlardan ilkini benimseyenler genellikle şöyle düşünüyor: Bir sepet dolusu çürük yumurtadan bir adet sağlam yumurta elde etmek nasıl mümkün değilse, hepsi zayıf olan senetlerle gelmiş bir rivayetten de sağlam bir rivayet elde etmek öylece mümkün değildir. Nitekim çalışmasının “Tevhid” bahsinin 19. hadisi hakkında Yıldırım’ın da böyle bir yaklaşım benimsediği görülüyor. Her şey hakkında düşünebileceğimizi, ancak Allah Teala(‘nın zatı) hakkında düşünmememiz gerektiğini söyleyen bu hadis hakkındaki değerlendirmesi şöyle: “Sehâvî şu değerlendirmeyi yapar: “Hadisin rivayet edilen bütün senedleri zayıftır. Fakat senedlerin birleşmesiyle kuvvet kazanır ve zayıflıktan çıkar.” Senedlerdin birleşmesiyle zayıflığın ortadan kalktığının makbul izahı yoktur.”
Burada meseleyi bu hadise indirgeyerek spekülasyona düşmeden –ilkesel olarak– konuşacak olursak şunlar söylenmelidir: es-Sehâvî’nin bu değerlendirmesi, yukarıda ifade etmeye çalıştığım ikinci yaklaşım tarzını yansıtmaktadır. Buna göre örnek şöyle verilmelidir: Elimizde küçük bir kuvvet uygulamasıyla kırılacak ince bir iplik var. Zayıf hadis tek başına bu iplik gibidir. Ancak ona başka ipliklerin de eklenmesiyle kuvvet kazanacağı inkâr edilemez. En güçlü halatların bile aslı böyle ince bir ipliktir.
Esasen burada hadisin zaafının nereden kaynaklandığı sorusu son derece önemlidir. Eğer senedindeki bir veya birkaç ravinin zabtının (hafıza gücü) yetersizliği sebebiyle (“yeterince dinî hassasiyet sahibi”, teknik tabiriyle “adil” olmamaları” sebebiyle değil!) zayıf addedilmişse ve diğer senetlerde de aynı gerekçeyle taz’if edilen raviler varsa, bu şu demektir: Biz bu hadisin bir tarikini, ravisinin zabt yetersizliği sebebiyle taz’if ettik, ama aynı durumda olsalar da başka raviler de onu naklediyor. Adaletlerinde bir problem bulunmayan bu ravilerin hepsi aynı şeyi rivayet ettiğine göre “büyük bir ihtimalle” hafızalarındaki zaaf bu rivayete sirayet etmemiştir. Biri yaşlılık, diğeri hastalık, bir başkası da geçirdiği bir kaza sebebiyle hafızalarında bir miktar zaaf meydana gelmiş ve birbiriyle görüşmemiş üç kişinin bize bir haber naklettiğini varsayalım. Eğer bunların haberi naklediş biçiminde dikkat çekici bir mutabakat varsa o haberi niçin reddedelim?
(Not: Bir önceki yazıda geçen “Kur’an’ın mantık ve mefhumuyla” ifadesi “Kur’an’ın mantuk ve mefhumuyla” olacak.)
Milli Gazete – 16 Kasım 2002