“Feodal toplum yapısında egemenlik erkeğin elindedir. Çünkü söz konusu olan, “tarım toplumu”dur. Sosyoekonomik yapı “kas gücü” üzerine kuruludur; o da erkekte mevcuttur. “Geleneksel” toplum yapısının erkek merkezli olmasının sebebi budur.
“Şimdi bunlar çok gerilerde kaldı. Teknoloj ve bilgi çağında yaşıyoruz. Hayat artık kas gücüyle değil, beyin gücüyle kazanılıyor. Bunun doğal sonucu olarak artık kadın-erkek ilişkisi “koruma/itaat” zemininde değil, “eşitlik ve paylaşma” zemininde yürüyor. Hatta pek çok alanda kadın, erkekten daha verimli/üstün olduğunu ispatlamış durumda…”
Modern çağa ait bu telakki, Modernite’nin bilincimizi nasıl bulandırdığının ve değerler sistemimizi nasıl alt-üst ettiğinin göstergesi aslında. Yaşadığımız dönemin “ahir zaman” olduğunu unutarak kapıldığımız düşünce anaforu, bize pek çok alanda yaşattığı dönüşümü, burada da “kadın” üzerinden gerçekleştiriyor.
Kas gücünün ve ataerkil toplumsal/ailevi yapının erkek tarafından kadın aleyhine nasıl istismar edildiğini gösteren (ve maalesef sık rastlanan) su-i misaller de buna hizmet eden araçlar durumunda…
Kur’an ve Sünnet’i “erkek egemen kültür/toplum yapısının prangalarını kırarak” okuma başarısını (!) gösteren kadın ve erkek çağdaş Müslümanlar’ın, Kur’an ve Sünnet’i çağdaş değer yargılarıyla uyumlu yorumlara tabi tutma (yani “tahrif etme”) dışında nasıl bir marifete sahip oldukları sorusu bu noktada önemlidir.
Bu önemlidir, zira modern zamanlarda yaşadığımız, kadın-erkek meselesiyle sınırlı, lokal bir arıza durumu değil. Bizim “varlık tasavvurumuz” ve “hayat algımız” tahribata uğramış bulunuyor. Bizi giyim-kuşamda gayrimüslimlere benzemekten şiddetle sakındıran Efendimiz (s.a.v)’in, düşünce ve tasavvurda benzemeyi nehyetmemiş olduğunu düşünmek gaflet değilse nedir? Bid’atler meselesi bahis konusu olduğunda sadece türbelere bez bağlamanın ya da artık gına getirmiş bulunan bildik tartışma konularının anlaşılması normal midir? Ehl-i Sünnet dışındaki Kelam fırkalarının “bid’at ehli” olarak adlandırılması bunlarla sınırlı bir durumu mu işaret ediyor?
Yaşadığımız süreç, yazının başında özetlediğim görüşlere ve benzeri kanaatlere sahip olanların vücut verdiği yeni bid’at oluşumlarla karı karşıya bulunduğumuzun ifadesidir. Sünnet’ten bu denli sapmanın adı doğru konmalıdır. Evet, bu, bir “bid’at” anlayıştır ve müdafileri de çağdaş “ehl-i bid’at”tır!
Bu insanların birtakım İslamî hassasiyetlerle hareket ediyor olmasına aldanılmamalıdır. Başörtüsü meselesini sahiplenmek, şu veya bu İslamî hareketi destekliyor olmak yahut Amerikan emperyalizmine karşı çıkmak kişinin İslam adına söylediği/savunduğu şeylerin doğru olduğunu göstermez. Özellikle gençlerde böyle bir algı durumu gözlendiği için bu noktaya bilhassa dikkat çekmek istiyorum. Mu’tezile, cedeldeki maharetini kullanarak hristiyanıyla, ateistiyle binlerce gayrimüslimin İslam’a girmesine vesile olmuş bir fırkadır. Ancak bu, onların “ehl-i bid’at” olarak anılmasını engellememiştir. Günümüz ehl-i bid’atinin de birtakım İslamî meseleleri sahiplenip dillendirmesinin, İslam adına her söylediklerinin doğruluğuna delil kılınması son derece büyük bir hatadır.
Birisi size bu Din’in yüzyıllar boyunca yanlış/hatalı anlaşılıp yaşandığını söylüyorsa ya niyetinden, ya aklî dengesinden ya da istikametinden şüphe edin. Dördüncü bir şık yoktur.
Milli Gazete – 10 Kasım 2007