el-Kâfî adlı eseri Şia tarafından 4 temel kaynaktan biri olarak kabul edilen el-Kuleynî, Cebrail (a.s)’ın Hz. Peygamber (s.a.v)’e getirdiği Kur’an ayetlerinin sayısının 17.000 (onyedibin) olduğu iddiasındadır. (el-Kâfî, II, 643.) Bu eserde zikredilen dudak uçuklatıcı garabetler hakkında müstakil bir kitap yazılsa yeridir.) Bu cümleden olarak Şia, Kur’an’da, Ehl-i Beyt hakkında nazil olmuş “Velâyet suresi” adlı müstakil bir sure bulunduğunu iddia etmektedir. Ünlü müsteşrik Nöldeke, Tarihu’l-Mesâhif‘te (II, 102) bu sureyi neşretmiştir ki, Abdülazîz ed-Dihlevî’nin et-Tuhfetu’l-İsnâ Aşeriyye adlı eserinde, söz konusu sureye ait, bu baskıdan alınma bir sayfanın fotoğrafı mevcuttur. Keza Meşhur Şii alim et-Tabersî, Faslu’l-Hitâb fî İsbâti Tahrîfi Kitâbi Rabbi’l-Erbâb adlı eserinde (180) bu surenin varlığını doğrular ve onun aslının, Farsça Debistân-ı Mezâhib adlı kitapta mevcut olduğunu söyler.
Bütün bunlara rağmen Şiiler arasında itidal sahibi kişi ve kesimler bulunduğunu da burada belirtmek insaf ve emanet gereğidir. Sözgelimi Zeydiyye mezhebi, gerek itikadî, gerekse fıkhî meselelerde Ehl-i Sünnet –bilhassa Hanefiyye– ile hemen hemen tam bir mutabakat halindedir. Sadece Zeydiyye’ye bağlı Cârudiyye fırkası bunun istisnasıdır. Sahabe antipatisi konusunda Cârudiyye de diğer Şii fırkaları ile aynı tavırdadır.
Sünnî ve Şii dünyanın İslam kardeşliği adına makul bir noktada buluşabilmesi ve yüzyılların araya soktuğu garazın ortadan kaldırılabilmesi için el-Kevserî merhumun şu önerisine kulak verilmelidir:
Önce Şia, kendi aralarında toplanarak, İslam dünyasının büyük çoğunluğunu oluşturan Ehl-i Sünnet’in Kur’an, Sünnet, İcma ve Kıyas delilleri konusundaki yaklaşımına ters düşen kabullerini yeniden gözden geçirmeli ve el-Kuleynî’nin el-Kâfî‘si, İbn Bâbeveyh el-Kummî’nin Men Lâ Yahduruhu’l-Fakîh‘i ile Muhammed b. el-Hasan et-Tûsî’nin el-İstibsâr ve Tehzîbu’l-Ahkâm‘ı gibi temel kaynaklarını bu doğrultuda bir ayıklamaya tabi tutmalıdır.
Ehl-i Sünnet de kaynaklarında Şia hakkında –eğer varsa– menfi tarihsel tavırları temizlemeli ve bu faaliyet öncelikle her iki kesimin kendi içinde yapacağı soğukkanlı ve uzun soluklu ciddi çalışmalarla sürdürülmelidir.
İlk adımda yapılacak böyle bir hazırlık çalışmasından sonra iki kesim, önyargılardan arınmış olarak bir araya gelmeli ve diyalog yolları bu şekilde aranmalıdır.
Yoksa öncelikle iki kesim arasındaki ihtilaflı meseleleri gündeme getirerek olumlu bir nokta yakalamak mümkün değildir. Hele Şia’nın günümüzde bile sürdürme ısrarında olduğu “mezhep ihracı” yaklaşımının, iki kesimin birbirine yaklaşması adına hasıl edeceği hiçbir olumlu neticeden söz edilemez.
Söz gelimi Muhammed Ticânî Semâvî imzalı Nasıl Hidayete Kavuştum ve Mukatil b. Atıyye’den tercüme Bağdat Alimleri Konferansı gibi “uyduruk” sövgü kitaplarını Sünnî gençler arasında dolaştırarak yapılmaya çalışılan “beyin yıkama” faaliyeti acaba hangi “İslamî hizmet” maksadına yöneliktir? Bu gibi kitaplarda yer alan tezvirat tarih boyunca Müslümanlar’ın hangi problemine deva olmuştur? Bugün yeryüzünün çeşitli bölgelerinde akıtılan Müslüman kanı, geçmişe söverek mi dindirilecektir?..
Elbette bu ve benzeri kitaplarda yer alan çirkin iddialara cevap vermekten aciz değiliz. Bu iş tarih içinde yapılmıştır, gerekirse yine yapılır. Ama mesele bu değil. Şia daha sorumlu davranmaya ve İslam aleminin yaşadığı bunca sıkıntıya bu “genetik takıntı”yı da ekleyerek problemlerin iyice katmerleşmesine katkıda bulunmaktan vaz geçmeye davet ediyorum. Tarihsel Sünnî-Şii ihtilafını kaşımakla İslam dünyasına yönelmiş olan küresel tehdidin gücüne güç kattığınızın farkında değil misiniz?..
Nisan 2002 – Milli Gazete