Cumartesi gününün yazısında güzel şeyle olduğunu söylemiştim. Bu, tesbit formunda bir temenni değildi. Gerçek hayatta karşılıkları olan bir tesbitti.
Son iki yıldır özellikle kış sezonu hayli yoğun geçiyor. Her ayın en az 10 günü dışarıda geçiyor. Bu bazen –aralıklı olarak– 15’i buluyor.
Yurt içinden ve yurt dışından gelen yoğun talepleri bu sene artık tek başıma karşılayamıyorum. Ekim ayının programını ebubekirsifil.com ve darulhikme.org adreslerinde ilan etmiştik. Kasım ayı programı da aynı şekilde ilan edilecek. Herhangi bir şikâyetimiz yok elhamdülillah.
Bu sene özellikle yurt içi program taleplerini karşılamakta zorluk çekiyoruz. Daru’l-Hikme olarak bunun çözümünü şöyle bulduk. Yurt içinden özellikle benim daha önce program yaptığım yerlerden gelen yeni talepleri Daru’l-Hikme’den Fatih Kaya ve Hakan Talha Alp hocalar karşılayacak. Benim yetişemediğim yeni yerler konusunda da onlar devreye girecek.
Böylece hem daha çok yere ulaşmış oyacağız, hem de Daru’l-Hikme kurum olarak bu programların merkezinde yer almış olacak. Bence en büyük avantajı bu programları adı geçen hocalarla yapanlar elde etmiş olacak. Zira her kamuoyu, her iki hocamın da birikiminden mutlak surette haberdar ve müstefid olmalı.
Bu hafta sonu Hakan Alp hoca Antep’teydi. Kasım’ın 13-14’ünde Fatih Kaya hoca inşaallah Maraş’ta olacak. Sonraki programlar da ebubekirsifil.com ve darulhikme.org adreslerinden ilan edilecek.
İnsanımızın hakikat arayışı her şeye rağmen devam ediyor. Gerçek ile sahteyi, geçici ile kalıcıyı, bize ait olanla yad olanı ayırt etme adına insanımızın arayışı, cehdi ve endişesi kaybolmuş değil çok şükür.
Burada Daru’l-Hikme’nin kurum olarak merkezinde bulunduğu bir kıpırdanış, bir uyanış, bir heyecan görmemek mümkün değil. Rıza-yı ilahiyi tahsil için çıkılan bu yolda hiç kimsenin kendisini merkezde görmek gibi bir lüksü de, ayrıcalığı da olamaz. Bu davanın sahibi kimi isterse onu istihdam eder; takdir buyurursa bu dine fasıkları, hatta kâfirleri hizmet ettirir. Bizim meseleye bakışımız, bu tarihî oluşumdan ne kadar hissedar olduğumuz, bu kutlu hizmeti ilahi rızaya yaklaşma vesilesi olarak değerlendirip değerlendiremediğimiz noktasında düğümlenebilir ancak.
Bugüne kadar Ehl-i Sünnet tabiri farklı çevreler tarafından farklı bağlamlarda ve hatta –bilinçli ya da bilinçsiz olarak– farklı amaçlara hizmet eder tarzda kullanıldı; hatta belki biraz da “yıpratıldı.”
Ancak bizim biricik varoluş zeminimizdir Ehl-i Sünnet. Bu, tarih içinde böyle olduğu gibi, bugün için de böyledir, böyle olmak zorundadır. Günü ve geleceği anlamada, olup biteni kavramada ve farklı fikir akımlarını, yeni oluşum ve yaklaşımları değerlendirmede ve istikametin tayininde şaşmaz ölçü Ehl-i Sünnet’tir.
İnsanımız en önemli zihnî kopuşu bu noktada yaşıyor: Dünyamıza sokulan her yeni kavram, her yeni yaklaşım bizi aslında farklı bir mecraya, farklı bir itikadî oluşumun sınırları içine çekiyor. Yegâne düşünüş ve algılayış zeminimiz olan Ehl-i Sünnet açısından meselenin ne anlam ifade ettiğini kavramakta zorlanıyoruz. Zira kendi bilgi ve algı sistemimize ve kendi kavramlarımıza eni-konu yabancılaşmış bulunuyoruz.
Daru’l-Hikme’nin merkezinde bulunduğu bu açılım, “keşf-i kadim”in “feth-i cedid” adına yapılmasını ve “hakkı verilerek” yapılmasını ihtiva ediyor. Niyet hayr, akıbet hayr…
Milli Gazete – 2 Kasım 2009