- Perişanlığını her bahiste devirdiği çamlarla daha da katmerli hale getirmede hayli mahir olan bedbaht, akıllara durgunluk verecek bir soğukkanlılık ve aymazlıkla, Mehdi hakkında eser vermiş birkaç müellife, Ka’b el-Ahbâr’ın bu sözünü “hadis-i şerif” olarak niteledikleri iftirasında bulunuyor.
Ne Nu’aym b. Hammâd’ın Kitâbu’l-Fiten’inde, ne Ebû Amr ed-Dânî’nin es-Sünenu’l-Vâride fi’l-Fiten’inde, ne de daha sonraki kaynaklarda mezkûr sözün Ka’b tarafından Hz. Peygamber (s.a.v)’e nisbet edildiğini görmek mümkün.
Bütün bu müelliflerin bu söze “hadis” dediğini ispatlamak yerine, onu eserlerinde zikretmiş olmalarını sıkılmadan “ona hadis dediklerinin delili” diye takdim eden ve “Bu zâtların “Hadis’tir.” dediğine Sifil neye dayanarak “Hayır, Ka’b el-Ahbâr’ın sözüdür.” diyebiliyor?” diyen zavallı, bu tavrıyla bakın iftiranın kaç türlüsünü aynı anda işlemiş oluyor:
- Bu söz Efendimiz (s.a.v)’e ait olmadığı halde O’na ait olduğunu ısrarla söylemeye devam ediyor. (“Men kezebe aleyye müte’ammiden…” hadisinin muhatabı olabileceğini düşünmüş müdür acaba?!.)
- Ka’b el-Ahbâr bu sözü Efendimiz (s.a.v)’e isnad ve izafe etmediği halde o etmiş gibi göstererek Ka’b’a da iftira atmış oluyor!
- Adını verdiği müelliflerden hiç birisi bu sözü Efendimiz (s.a.v)’e isnad ve izafe etmediği halde, o ettiklerini söyleyerek onların da her birine ayrı ayrı iftira ediyor!
Daha önce de belirttiğim gibi es-Süyûtî, el-Arfu’l-Verdî’nin girişinde sadece Efendimiz (s.a.v)’e ait hadisleri değil, aynı zamanda Sahabe ve Tabiun’a ait “eser”leri de zikredeceğini peşinen söylemiş. Dolayısıyla onun bu eserde yer verdiği rivayetlerin tamamının “hadis-i şerif” olduğunu söylemek es-Süyûtî’ye iftiradır!
İbn Hacer el-Heytemî, el-Kavlu’l-Muhtasar’da, Mehdi ve zuhur alametleriyle ilgili merfu hadisleri birinci, Sahabe sözlerini ikinci ve Tabiun ve Tebe-i Tabiîn sözlerini de üçüncü babda zikretmiştir. Ka’b’ın sözü de bu üçüncü babda yer almıştır. Dolayısıyla el-Heytemî’nin de bu sözü “hadis-i şerif” olarak gördüğünü söylemek ona yapılmış bir iftiradır!
Müfterinin İkdu’d-Dürer sahibinden yaptığı alıntıya gelince, –bu eserin müellifinin adını kendisine kim belletmişse yanlış belletmiş; İkdu’d-Dürer sahibinin adı Yahya b. Ali değil, Yusuf b. Yahya’dır– orada da “Kinde’li topal adam” rivayetinin Hz. Peygamber (s.a.v)’e ait bir “merfu hadis” olduğu söylenmiş değildir. Söz konusu rivayete, Mehdi öncesi vuku bulacak hadiseler meyanında –tabii ki Ka’b’ın sözü olarak!– değinilmiştir, o kadar. Dolayısıyla o da iftiraya uğramışlardan birisi durumundadır.
Benim bu söze “Ka’b el-Ahbâr’ın sözüdür” derken neye dayandığım konusuna gelince, dayanağım ilk olarak bizzat rivayetin kendisi, ikinci olarak da yukarıda adı geçen müelliflerdir. Ka’b bu sözü Sahabe’den birisine yahut Efendimiz (s.a.v)’e izafe etmediği gibi mezkûr müellifler de onu Ka’b’ın sözü olarak aktarmaktan başka bir şey yapmamıştır. Bundan âlâ delil olur mu?
- “Gerek Hazret-i Mehdî, gerekse onun alâmetleri hakkındaki rivayetlerin kaynağı Resulullah Aleyhisselâm’dan başkası olmadığına göre; Ka’b -radiyallahu anh- gibi güvenilir bir tabîin bu bilgiyi kendisi mi uydurmuştur?”
Apaçık gerçekleri esrar perdelerine bürüyerek “bizden başkasının aklı ermez” yutturmacalarıyla haşır-neşir olmaktan gözünün önünü göremeyen zavallı! Esas mesele de bu ya!.. Ka’b’ın bu sözü kimden/nereden aldığı bilinmedikçe ona “hadis-i şerif” ünvanı vermek Hadis ilimleriyle iştigal eden aklı başında kimsenin yapacağı iş değildir. Yeryüzünün her karışında cereyan edecek hadiselerin tamamının Tevrat’ta bildirildiğini söyleyen birisinin, bu “bayraklılar ve topal adam” haberini de İsrailiyat kaynaklarından nakil veya istinbat etmediğini kim garanti edebilir? Üstelik bu rivayetin ne bir şahid, ne de mütabii var!..
Devam edecek.
Milli Gazete – 14 Ağustos 2006