- “Mürsel Hadis “Tâbiîn’in, Sahâbe’nin ismini yâd etmeksizin rivâyet ettiği” Hadis-i şerif’lerdir.” buyurarak Ka’b el-Ahbâr’ın malum sözünün “mürsel hadis” olarak görülmesi gerektiğini ima eden, ardından da mürsel hadisi delil olarak kabul eden imamların isimlerini zikreden çapsız kahraman, bu müthiş tesbitini taçlandırmayı da ihmal etmemiş: “Sifil “Mürsel Hadis”in ne demek olduğunu bilmeyecek kadar câhil midir, yoksa sırf inkâr etmek için hakikati gizleyecek kadar gözünü karartmış bir kimse midir?”
Sifil mürsel hadisin ne demek olduğunu bilmeyecek kadar cahil değil hamdolsun. Onun bütün sıkıntısı senin gibi malumat furuşlarla bu meseleleri konuşmak zorunda kalması…
Senin anlayabileceğinden kuşkuluyum; ama belki aldattığın kitle içinde anlayan birileri olur diye “mürsel hadis” hakkında kısa bir izahat yapayım:
Mürsel hadis, esas mahreç olan sahabî zikredilmeden sahabî veya tabiî ravinin, Efendimiz (s.a.v)’den bizzat işitmediği halde işitmiş gibi naklettiği hadistir. Dikkat edilmesi gereken husus, “irsal” yapan söz konusu ravinin, “Hz. Peygamber (s.a.v) şöyle buyurdu” tarzında bir ifade kullanmış, rivayeti O’na izafe etmiş olmasıdır.
Şimdi ben sana, “Tabiun kuşağına mensup birisinin, Hz. Peygamber (s.a.v)’e isnad ve izafe etmediği, dolayısıyla “kendisine ait” olarak görülmesi gereken bir söze “mürsel hadis” dendiğini söyleyen bir tek kaynak ismi ver” desem, “kem-küm” edip mugalata yapmaktan başka ne yapabilirsin?
Malum sözün “mürsel hadis” olarak nitelendirilebilmesi için, Ka’b el-Ahbâr tarafından Hz. Peygamber (s.a.v)’e izafe edilmiş olması gerekirdi. Oysa sen kendini paralasan, Ka’b’ın o sözü Hz. Peygamber (s.a.v)’e izafe ettiği bir tek varyant bulamazsın! O söz Ka’b el-Ahbâr’ın kendi sözü olarak nakledilmiştir ve bu haliyle “mürsel hadis” değil, “maktu hadis”tir!
Evet, Ka’b el-Ahbâr’ın o sözü Hz. Peygamber (s.a.v)’e izafe edilmediği için “maktu hadis” olarak kabul edilmek zorundadır. Ama Ka’b’ın –buradaki durumun aksine– Efendimiz (s.a.v)’e izafe ettiği rivayetler konusunda da bilesin ki naklettiğin yarım-yamalak malumat senin derdine deva olacak cinsten değildir! Zira zikrettiğin alimlerin –yine Usul kitaplarında yer aldığı gibi– mürsel hadisin makbuliyeti konusunda öngördükleri bir şart var: İrsal yapan ravinin, sadece sika ravilerden rivayet alan birisi olması. İşte bu şart Ka’b el-Ahbâr’da mevcut değildir. Zira onun İsrailiyat naklettiğini artık senin bile inkâra gücün yetmez!
Nüzhetu’n-Nazar ve şerhlerinde de görülebileceği gibi, hem sika (güvenilir) kimselerden hem de sika olmayanlardan irsal yapan ravinin rivayetinin kabul edilmeyeceği konusunda Hanefîler ve Mâlikîler ittifak halindedir. (Mürsel hadis konusunda geniş bilgi edinmek isteyenler için el-Alâî’nin Câmi’u’t-Tahsîl’i bulunmaz bir kaynaktır.)
Tekraren belirteyim, bu söylediklerim Ka’b el-Ahbâr’ın “mürsel” rivayetleri için geçerlidir. “Bayraklılar ve topal adam” rivayeti ise “mürsel” değil, “maktu”dur; yani Ka’b’ın kendi sözü olup Efendimiz (s.a.v)’e izafe edilmemiştir.
- “İmâm-ı Suyûtî -rahmetullâhi aleyh- Hazretleri gibi büyük bir muhaddisin Hadis kitabına aldığı bir rivâyete “Hadis değildir!” demek nasıl bir cür’ettir?”
Bu sözlerin sahibinin, İmam es-Süyûtî’nin, el-Arfu’l-Verdî isimli risalesine, “Bu, Mehdi konusunda varit olmuş hadis ve eserleri (âsâr) topladığım bir cüzdür” sözleriyle başladığını, dolayısıyla bu risalede yer alan rivayetlerin tamamının “hadis-i şerif” olmadığını bizzat müellifinin söylediğini görmemesi için ya gözünde veya kalbinde bir arıza olmalı! Allah şifa versin. Başka ne diyebilirim ki!
Burada geçen “âsâr” tabirinin merfu hadisler dışındaki rivayetleri anlattığı, bilhassa Sahabî sözü (mevkuf hadis) ve Tabiî sözü (maktu hadis) hakkında kullanıldığı, biraz Usul bilgisi olanların malumudur.
Devam edecek.
Milli Gazete – 13 Ağustos 2006