Avrupa Birliği’ne karakterini veren temel kabullerle yollarımız ne zaman kesişse, “Çağdaş uygarlık seviyesi”ni Türkiye’nin önüne hedef olarak koyan Modernleştirme projesi, halkın kimliğinin ve değerlerinin o kabuller doğrultusunda dönüştürülmesini tartışmasız bir biçimde öngörüyor ve uyguluyor.
Bu, son zamanların dillere pelesenk olan söylemi “Medeniyetler buluşması”nın vazgeçilmez pratiği olarak işleyen bir mekanizma. Ancak hep ölüm gösterilip sıtmaya razı edilen Müslüman halktan beklenen bu “tek yönlü” hareket nereye kadar?
Dünyabülteni.net’in haberine göre Avrupa Konseyi tarafından hazırlanan bir raporda “Tanrının dünyayı 6 günde yarattığını varsayan inancın insan haklarına “ciddi tehdit” oluşturduğu” iddiasında bulunulmuş. Raporu hazırlayanlar “dikkat etmezsek yaratılış, Avrupa Konseyinin temel taşlarını oluşturan insan haklarını ciddi şekilde tehdit ediyor” uyarısında bulunmuşlar. Yaratılış yanlılarının demokrasiyi teokrasi ile değiştirmek istediklerinin ileri sürüdüğü raporda “Avrupa Konseyi bağnaz dincilerin ciddi tehditlerine karşı geç olmadan tutum sergilemeli” sözleri yer almış.
Eğer mesele buraya yansıdığı kadar ciddiyse ve söz konusu rapor Hristiyan dünyasının tepkilerine rağmen kabul edilirse işler hayli karışacağa benzer. Buna nasıl tepki verirseniz Batılılaşma projesini halkın değerlerini dönüştürme işini riske etmeden devam ettirmeniz mümkün olur?
Allah tarafından yaratıldığına inanan insanları Avrupa ve onun değerleri için “ciddi tehdit” olarak gören bu anlayış “resmiyet” kazanır mı bilinmez. Diyelim ki kazanmadı; tek başına bu meselenin bu seviyede dillendirilmesi dahi Avrupa Birliği projesinin “çıkmaz sokak” olduğunu göstermeye fazlasıyla yeter.
“Beni Allah yarattı” diyen herkesi “ciddi bir tehlike” olarak tesbit eden bu hastalıklı ruh yapısı ile hangi medeniyet anlayışında ittifak edecek, insanlığın hangi meselesini çözeceksiniz?
Daha da önemlisi, Türkiye’nin Avrupalılaş-tırıl-ması projesini canla-başla yürütenler bu anlayışla ortak bir zemin üzerinde buluşma hedefini neye rağmen gerçekleştirecekler?
Farkında olarak ya da olmayarak Avrupalılaştırılma sürecine “İslamî beklentilerle” entegre edilen Müslüman ahali bu “karşılıksız aşk”ın maliyetini görüp de uyandığında ne tür “ikna” politikaları devreye konacaktır?
Meselenin burada konuşulması gereken bir başka veçhesi daha var: “Bireyin dindarlığına evet, ama dinin kamusal alandan gönüllü olarak çekilmesi gerekir; aslolan budur” diyerek tarihsel bir “kırılmaya” önayaklık edenler, bu durumu kendi din anlayışları bakımından nasıl izah derler?
Avrupa Birliği, hatta daha genelde “Batılılaşma” projesinin “çıkmaz sokak” olduğunu görmek için daha ne tür dayatma ve aşağılamalara katlanmamız gerekiyor?
Milli Gazete – 18 Haziran 2007