Hamas Gazze’de Ümmet’in onurunu muhafaza ederken, siyonist korkaklar tarafından zırhların, bombaların arkasına saklanarak işgal edilmeye çalışılan İslam toprağını canını dişine takarak büyük bir muzafferiyetle müdafaa ederken bize ne oluyor?
Tam da bu hengâmda Hizbullah’ın Lübnan’daki direnişi konusunda Sünnî yazarlarda bir “hazımsızlık” varmış havası ayılmaya çalışmanın ne anlamı var?. Bu son derece yanlış ve zararlı bir tutum. Sünnî kesimden Hizbullah’ın o şanlı direnişini karalayan, görmezden gelen oldu mu. bilmiyorum. Hatta Gazze’nin uğradığı işgal ve katliam karşısında Ümmet fertlerinde Hizbullah’ın hemen harekete geçeceği şeklinde bir beklentinin kendiliğinden oluşmasının sebebi de budur.
ABD’nin Irak işgali karşısında İran’ın izlediği “reelpolitik” tutumun izah edilemezliğini “zamana yayarak işgalden kurtulma politikası” olarak görmemizi isteyenler, tam da bu günlerde niçin bu kadar keskin?
Hizbullah’tan beklentilerin boşa çıkmış olması ve işgal öncesi sıklıkla “İsrail haritadan silinmelidir” diyen İran’ın, şimdi bir an önce ateşkes sağlanması için uğraşan “ılımlı” ülkelerden farklı bir tutum izlememesi elbette bir takım soru işaretlerine yol açıyor. Esasında –yukarıda da söylediğim gibi– gerek İran’ın, gerekse Hizbullah’ın tutumunun Ümmet’te ve tabii ki Sünnî kesimlerde yol açtığı sukut-u hayalin, boşa çıkan o “beklenti”nin ürünü olduğunu göz ardı etmemeli. Tek başına bu durum bile İran ve Hizbullah konusunda Sünnî kesimin ne düşündüğünü alabildiğine net ifade ediyor.
Bu psikolojinin arkasında bu iki gücün bu zulüm karşısında etkin bir tutum içine gireceği beklentisi vardır şüphesiz. Bu durumun izah edilemiyor oluşunun etkisiyle midir, başka sebepten midir, Sünnî kesime mevhum bir “Şiileri kıskanma” psikolojisi izafe edip, arkasından bir takım yorumlara girişmenin anlamı da, faydası da yoktur…
Gazze işgalinden kısa bir süre önce Yusuf el-Karadâvî’nin Şia konusundaki çıkışı hatırlardadır. el-Karadâvî gibi bugüne kadar “mezhep taassubu” ile herhangi bir şekilde yaftalanmamış bir ismi bile isyan ettiren şeyin ne olduğunu “mezhep taassubu/mezhepçilik” söylemini başarılı bir şekilde kullananlar da biliyor olmalı…
Hasılı, ortada hiçbir şey yokmuş gibi davranmak gerçekçi değil. Evet, şu anda bu ihtilafları gündem edip konuşmanın hiç sırası değil. Gazze’de oluk oluk kan karken sen-ben kavgasına düşmek zilletten başka bir şey değildir. Bu doğru; ama bir başka doğru daha var: Şii Müslümanların bir kısmının emperyalist işgallere karşı direnişini, “Şiiler direnir, Sünnîler işbirliği yapar” gibi takdim etme ve buradan örtülü bir Şia propagandası yapma hevesinde olanlar varsa, onlar da yapmaya çalıştıkları şeyin İslam’a ve Ümmet’e hizmet etmeyeceğini bilmelidir.
Gün dayanışma günüdür ve böyle bir günde hangi türden olursa olsun ihtilaf olgusu üzerine abanmak em yakışıksız, hem tehlikeli, hem de zararlıdır. Bu tutum bölünmeden, ayrışmadan, zafiyetten başka bir şey getirmez. Bunun ise işgalcilerin ekmeğine yağ sürmekten başka bir anlamı yoktur.
Gün, Gazze için gerçekten işe yarar bir şeyler yapma günüdür. Orada direnen insanlara hiçbir işe yarar katkı sağlayamıyorsak, bari “topyekün arkanızdayız” mesajını vermeli. Onların, “Şii ya da Sünni, gölge etmeyin, başka bir şey istemeyiz” demesi çok mu hoşumuza giderdi?!..
Milli Gazete – 19 Ocak 2009