Sarıkamış’ın İnkaya köyünden çıkıp Gönenli Mehmet Efendi merhumun halkasına katılmış bir Anadolu delikanlısı… Tek özelliği sesinin güzelliği değil; hafıza kuvveti ile de akranları arasında temayüz ediyor. Kıraat dersleri yanında Arapça ve İslamî ilimler de tahsil ediyor. Kısa süre içinde eski İstanbul Müftüsü Ömer Nasuhi Bilmen merhumun dikkatini çekiyor. Fatih Camii için açılan müezzinlik imtihanını birincilikle kazanıyor. Atamasının yapılabilmesi için kimlik belgesi gerekiyor, ama nüfus cüzdanı memlekette unutulmuş! Memlekete haber gönderiliyor. Kimlik belgesi “kara tiren”e veriliyor. Kendi ifadesi ile “hâlâ geliyor!”
Evli, çoluk çocuk sahibidir. Ekonomik şartlar, köyde bıraktığı ailesini de, baba ocağını da, kendisini de zorlamaktadır. Çok geçmez, memleketten aldığı “artık yeter” haberlerine daha fazla direnemez. Tahsilini tamamlayamadan geri dönmek zorunda kalır.
Doğruca şeyhine, Alvar İmamı’na gider. Durumu anlatır. Şeyhinden aldığı cevap: “Köyüne yakın bir ilçeye imam ol; yakınlarına faydalı ol!”
Bu yönlendirme sonucunda Sarıkamış’ta 30 seneden fazla imamlık yapar. O artık şöhreti değil ama muhabbeti bütün civara yayılmış olan “Fikri hoca”dır. Herkesin her türlü derdiyle ilgilenir. Hastası olan ona gelir, yolda kalan ona gelir. Küsleri barıştırmak isteyen, resmî makamlar nezdinde bir işi olan, hayır-hasenat yapmak isteyen… Anadolu’da bir tabir vardır: Ocak. Fikri hocanın evi tam bir Ocak’tır.
İstanbul’da edindiği müktesebatı Sarıkamış’a taşıma imkânı bulamaz. Sarıkamış’ın böyle bir altyapısı yoktur. Bu boşluğu yüzlerce hafız yetiştirerek kapatmaya çalışır…
Görev yaptığı Çarşı Camii’nde ihya edilen kandillerin, kılınan teravih ve bayram namazlarının, okunan mukabelelerin tadı hâlâ damaklardadır…
Emekli olmasına rağmen hayatı hep aynı yoğunlukla geçmektedir. Ancak yaşı ilerlemiş ve yorgun düşmüştür. Valide ve kızkardeşle birlikte Sarıkamış’ın çetin şartlarında tek başına idare etmesi imkânsızlaşınca 2010’da yüzbinlerce ailenin yaşadığını o da yaşamak zorunda kalır ve büyük şehre (Ankara’ya) göçer. Onca yılın hâsılası madde planında tam anlamıyla “hiç”tir. Bir gecekondu ve bir kamyon kasasının yarısını ancak dolduran ev eşyası…
Ankara faslı Fikri hoca için “inziva yılları”dır. Koca bir çınarı toprağından söküp saksıda yaşamaya mahkûm ediyorsunuz, yaşar mı? Daha evvel her iki kulağından geçirdiği ameliyatlar neticesi işitme hassasını büyük ölçüde kaybetmiştir. Bunu da bahane ederek evine, içine kapanır. Artık ne eski çevresi, ne de eski hareketli hayatı… Sadece Cuma’dan Cuma’ya evinden çıkar.
Bu durum onu son derece hızlı bir şekilde yıpratır. Bedeni hızla çöker. 2010 yılında ikinci eşini de (annemizi 1970’te kaybetmiştik) kaybedince büsbütün yalnız kalır. Bir yandan yaşlılıkla, bir yandan hastalıklarla, bir yandan da yalnızlıkla mücadele, zaten iyice yıpranmış olan bedenini büsbütün bitirir.
Nihayet 10 Şubat 2013 günü emaneti teslim eder.
Geride barıktığı, “hoş bir sada” ve “kocaman bir rıza”dır.
İnnâ lillâh ve innâ ileyhi râci’ûn…
Babamın vefatı dolayısıyla bizzat gelerek ve telefon, gazete ilanı ve mesaj yoluyla taziyelerini ileten bütün dostlara kalbi teşekkürlerimi sunuyorum.
Milli Gazete – 16 Şubat 2013