Aliya Hakk’ın rahmetine kavuştuktan sonra Bosna’da birçok şey değişmiş. Onun Bosna’nın İslamî kimliği üzerinde yürüttüğü mücadele, vefatından sonra ülke siyasetinin temel zemini olma özelliğini büyük ölçüde kaybetmiş. Birlikte mücadele ettiği arkadaşları ülke yönetiminde söz sahibi olmaktan çoktan uzaklaştırılmış durumda. Şimdi o coğrafyada da Batılılaşma rüzgârları esiyor…
Şehirler modernleştikçe kimliklerini kaybediyor. Bu bizde de, başka yerlerde de böyle. Batılı, girdiği yeri kendisine benzeterek “adam” ediyor!.. Saraybosna’nın merkezinde yükselmeye başlayan devasa yapıların, şehrin İslamî dokusunu yavaş yavaş yok ettiğini hissediyorsunuz. Tıpkı genç nesil gibi yeni binalar da geçmişle bağlarını koparmaya azmetmiş bir görüntü veriyor.
Son gün bir çay içimi görüşme imkânı bulduğumuz Ayet Bey, Bosna’nın önde gelen entelektüellerinden. Çıkardıkları gazeteyi savaş sırasında ayakta tutmak için Aliya’nın direktifiyle Bosna dışına taşıyarak birkaç farklı ülke dolaşma pahasına yayını sürdürmüşler. Şimdilerde Saraybosna’da bir “kültür merkezi” işlevi gören yayıneviyle meşgulmüş. Görüşme esnasında ilginç bir cümle kurdu: “Bosna İslam Dünyası’nın diasporası değildir.”
Ayet beyin dudaklarından son derece ciddi bir edayla dökülen bu cümle, Boşnakların en azından bir kısmının, oraya her gidenden “Osmanlı” vurgusu işitmekten rahatsız oldukları izlenimi uyandırdı bende. Bu, “Biz kimsenin arka bahçesi değiliz” demeye geliyordu. Nitekim “Bizim kendi alimlerimiz, kurumlarımız var” tarzındaki ifadelerinde de “istiğna” yüklü bir vurgu vardı. Gerçi Hakan hocanın savaş sırasında yaşanan bir durumla ilgili olarak Boşnak alimlerin görüşünün hangi istikamette olduğunu sorması üzerine Ayet beyin meseleyi Yusuf el-Karadâvî’nin başkanlığındaki Avrupa Fetva Konseyi’ne havale etmesi bu “istiğna”nın altının çok da dolu olmadığını göstermeye yetti, ama yine de ciddiye alınması gereken bir çıkıştı bu.
Evet, oraya giden insanımız, oradaki Osmanlı imzasını aynel yakîn görünce “bu topraklar bir zamanlar bizimdi” duygusunu o kadar yoğun yaşıyor ki, bunun dışa vurmaması mümkün değil. Elbette bu “sahiplenme”de Boşnakları yok saymak gibi bir kasıt yok. Tam tersine, Boşnakları da kendisi bilme refleksi gizli bu tavırda. Ama yine de bir kısım Boşnak kardeşlerimiz bundan rahatsız ve “farklı bir millet olarak görülme” arzusunu izhar ediyorlar…
Bosna’nın sosyal hayatında, ilmî hayatında, kültürel hayatında, hatta ekonomik hayatında ülkemizin izini sürmek isteyenleri hüsranın beklediğini burada mutlaka söylemem lazım. Bütün bu alanlarda Arapların ilgi ve etkisinin daha fazla olduğunu söylemek abartı olmaz. Batılıların bu alanda da hayli ileride olduğunu ayrıca belirtmeye gerek yok tabii!!
Nitekim savaşta yetim kalan Boşnak çocukların çoğunluğunun bakım ve eğitiminin Batılı ellere teslim edildiğini duyduğumda içimde bir şeylerin dağıldığını, parçalandığını hissettim. Bosna sadece coğrafî olarak çembere alınmış değil; aynı zamanda Bosna’nın geleceği de yavaş yavaş şekillendiriliyor. Avrupa Birliği’nin baskısıyla okullarda Din dersleri mecburî olmaktan çıkarılmış mesela. “İkinci adımda krediden de çıkarılacak” diyorlar…
Devlet olarak bu gidişe müdahale etmek elbette söz konusu değil. Ama sivil girişimler zemininde Bosna’yla daha yakın bir münasebet içine girmemenin hiçbir gerekçesi olamaz.
Yeni nesillerde olmasa da 30 ve üzeri yaş grubundaki insanların dilinde ortak dilimizden “Selam aleykum”, “Allah’a emanet”, “buyurun efendim”, “nasılsınız” ve daha onlarca, yüzlerce kelime, kavram, deyim hala canlı olarak yaşıyor Bosna’da. Ve kıyasıya bir “rekabet” görülüyor Bosna’nın geleceğini şekillendirmek adına. Bosna’nın İslamî kimliğini muhafaza ederek Avrupa’nın ortasında varlığını sürdürmesi elbette Boşnakların meselesi değil sadece. Orası İslam coğrafyasının Avrupa’ya bakan yüzü, açılan kapısı. Saraybosna kendisi olarak ayakta durursa İstanbul İstanbul olur…
Milli Gazete – 23 Mayıs 2011