Hamidullah hakkında kullanılan “sapık” nitelemesi, bazı görüşlerinin Ehl-i Sünnet’e aykırı olduğu anlamına geliyorsa buna bir diyeceğim yok. Ama devam eden yazılarda görüleceği gibi muhatabım bu kelimeye, bu anlamdan daha fazlasını yüklüyor.
“Hamidullah hocanın Batı’da kaç insanın hidayetine vesile olduğu sorusunun cevabı bir yana…”
CEVAP
“Şahsen ben, onun bir tek kişinin hidayetine vesile olduğunu sanmıyorum. Diyelim ki bütün Avrupanın müslüman olmasına sebep oldu. Ama kendisi sapık veya kâfir ise bunun ne önemi olur ki? Edison dünyayı aydınlattı diyorlar. Bunun karşılığı yok mu diyorlar. Elbette yoktur. İmansızın ve bid’at ehlinin hiçbir ameline sevap verilmez. Her ikisi de cehenneme gider. Bid’at ehlinin bid’ati küfür ise, ebedi cehennemde kalır, küfür değilse günahı kadar azap çektikten sonra cennete gider.”
Hamidullah’ın kaç kişinin İslam’a girmesine vesile olduğu, burada polemik dışı tutulması gereken bir konu. Zira benim buna inanmamın veya başkasının inanmamasının, konunun aslına taalluku yok. Onu tanıyanlar bu meselenin gerçeğini biliyor…
Yukarıdaki paragrafta üzerinde durulması gereken esas nokta başka: Muhatabımın “İmansızın ve bid’at ehlinin hiçbir ameline sevap verilmez” cümlesi, doğru ile yanlışı bir arada barındırıyor. İmansızın ameline sevap verilmeyeceği doğru. Ama bid’atçi için bu doğru değil. Zira “Bid’at ehlinin bid’ati küfür ise, ebedi cehennemde kalır, küfür değilse günahı kadar azap çektikten sonra cennete gider” cümlesinin, yukarıdaki hükmün muhatabım tarafından da doğru kabul edilmediğinin göstergesi olması bir yana, bid’ati küfre varmayan kişinin ameline sevap verilmeyeceği (yani amelinin makbul olmayacağı) görüşüne dayanak bulmak hayli sıkıntılı bir iş olsa gerek. Amelin makbuliyeti, makbul imanın mevcudiyetine mütevakkıf olduğuna ve kâfir olmayan bid’atçi, sonunda cennete gideceğine göre, ortada önemli bir problem var demektir.
Bir iman düşünün ki, sahibini cennete götürüyor, ama sahibinin –gereği gibi yapılmış– amellerinin makbuliyetine kâfi gelmiyor! Bu iman sahih midir, değil midir? Sahihse, ona bağlı amel niye boş; değilse, sahibini cennete nasıl götürecek? İmanın da neticede bir “amel” (kalbin ameli) olduğunu söyleyen ulema bu konuda hakem kılınırsa muhatabım için meferr kalmayacak. Meseleyi fazla zora sokmamak için en iyisi, bid’ati küfre varmayan kişinin imametine (imamet-i suğra) –kerahetle– cevaz veren ulemayı hakem yapalım ve soralım: Cemaatin namazı imamın namazına bağlı olduğuna göre, bid’ati küfre varmayan kişinin arkasında namaz kılanların bu amelinin akıbeti nedir? Yoksa bid’atçinin imametine cevaz veren ulema, ona uyan cemaatin namazının toptan güme gittiğini fark edememiş midir? Ya böyle kişinin şahitliğini kabul eden ulemanın, bu şahitlik üzerine bina ettiği –hem de kul hakkına müteallik– kararlar? Ya böyle kişilerin naklettiği hadislerin kabul edilmesi?..
Neresinden bakarsak bakalım, yukarıdaki paragrafın bünyesinde barındırdığı büyük tutarsızlığı ortadan kaldırmanın imkânı yok.
(Devam edecek)
Milli Gazete – 28 Ocak 2003