“Bid’at-ı hasene-bid’at-ı seyyie” ayrımının, bahse konu olan meselenin, dinden bir asla dayanıp dayanmadığına, şer’î bir maslahatı yerine getirip getirmediğine ve şer’î bir asıl ile çatışma teşkil edip etmediğine bağlı bulunduğunu hatırlatarak başlayalım. Dolayısıyla her ne ki dinî bir asla dayanır, şer’î bir maslahatın yerine getirilmesi için gereklidir ve herhangi bir şer’î asıl ile çatışma halinde değildir, işte o “bid’at-ı hasene”dir. Bunun aksini teşkil eden şeylerin ise “bid’at-ı seyyie” olarak isimlendirileceği açıktır.
Dolayısıyla yukarıda ifade ettiğim ilk kategoriye giren hususların “bid’at” olarak vasıflandırılması, terminolojik (ıstılahî) anlamı değil, lugavî anlamı yansıtmaktadır. Zira terminolojik anlamdaki bid’at kategorisine giren hususların “dalalet” olduğu hadis ile ifade buyurulmuştur.
Malikî mezhebine mensup İzzuddîn b. Abdisselâm, Şihâbuddîn el-Karâfî gibi alimler, bir önceki yazıda ifade etmeye çalıştığım gibi bid’ati birkaç kategoriye ayırarak ele almışlardır.
Mesela İbn Abdisselâm, bid’atin, vacip, haram, mendup, mekruh ve mübah gibi kısımlara ayrıldığını belirtmiş ve şu izahı yapmıştır: Bir bid’atin bu kategorilerden hangisine girdiğinin tesbiti, ser’î kaidelere arz edilmek suretiyle yapılır. Dolayısıyla bid’at, şer’î vacip kaidelerine giriyorsa vacip, tahrim kaidelerine giriyorsa haram, mendup kaidelerine giriyorsa mendup, mekruh kaidelerine giriyorsa mekruh ve mübah kaidelerine giriyorsa mübahtır.”
Bundan sonra İbn Abdisselam, bu kategorilere dahil olan bid’atlere misaller zikreder. Kısaca arz edeyim:
- Vacip bid’atlere örnekler: Allah Teala’nın ve Resulü’nün kelamını anlamak için gerekli olan Nahiv ilmiyle iştigal etmek, Usul-i Fıkh’ın tedvini (bir önceki yazıda bu örneğin tarafımdan “farz” olan bid’atler arasında zikredilmiş olmasıyla burada “vacip” olarak tavsif edilmiş olması arasında bir çatışma yoktur. Biradaki “vacip” tabiri “farz” anlamındadır), Cerh-Ta’dil ilmi.
- Haram bid’atlere örnek: Kaderiye, Cebriye, Mürcie, Mücessime mezhepleri(nden birini benimsemek). Bu bid’at (mezhep) leri reddetmek vaciptir.
- Mendup bid’atlere misaller: Teravih namazı(nı tek imamın arkasında kılmak), Tasavvuf ilminin ince meselelerinden (izahat kabilinden) söz etmek.
- Mekruh bid’atlere örnekler: Mescitleri süslemek, mushafları süslemek.
- Mübah bid’atlere örnekler: Sabah ve İkindi namazlarının arkasından musafaha yapmak, giyim-kuşamda, yeme-içmede ve meskenlerde bolluğa ve genişliğe (rahatlığa) gitmek… (Bu hususta ihtilaf vardır. Bazı alimler bu maddelerden bir kısmını mekruh bid’atler sınıfına sokarken, bazıları Efendimiz (s.a.v) döneminde veya daha sonra işlenen sünnetler (meşru adetler) sınıfında görmüştür)…” (Bkz. Kavâ’idu’l-Ahkâm, 337-8)
Yukarıda belirttiğim gibi el-Karâfî de “bid’at” meselesini işlerken benzer bir yol izlemiştir. Onun söylediklerini ve eş-Şâtıbî’nin gerek onun, gerekse İbn Abdisselâm’ın yaklaşımı hakkındaki önemli değerlendirmelerini de Cumartesi günü görelim inşaallah.
Milli Gazete – 25 Aralık 2006