Bazı Tasavvuf Kaynaklarındaki Hadisler-I

Ebubekir Sifil[dosya], 2009, Gazete Yazıları, Şubat 2009, Tasavvuf Dosyası

10 Haziran 2004 tarihli yazımda Saadet-i Ebediyye isimli eserle ilgili kısa bir değerlendirme yapmış ve içinde zayıf, hatta uydurma rivayetler bulunduğunu söylemiştim. Örnek olarak da Efendimiz (s.a.v)’in, Hz. Ali (r.a)’a, “Benden sonra halife Ebû Bekr olacaktır. Ondan sonra Ömer, ondan sonra Osman, ondan sonra da sen” buyurduğunu anlatan rivayeti zikretmiştim.

Yine o yazıda, Saadet-i Ebediyye’de yer alan, “İmam-ı Şafiî hazretleri, İmam-ı a’zamın içtihadının inceliğinden az bir şey anlayabildiği içindir ki, “Bütün müçtehidler, İmam-ı a’zam Ebû Hanîfe’nin çocuklarıdır” demiştir” şeklindeki tesbit üzerine şunları söylemiştim:

“Oysa İmam eş-Şâfi’î’nin bu sözü, İmam Ebû Hanîfe’nin içtihadlarından ancak az bir şeyi anlayabildiğini değil, hüküm istinbat metotlarının, özellikle de Kıyas’ın inceliklerini sistemli bir şekilde ilk önce ortaya koyan kişinin İmam Ebû Hanîfe olduğunu tesbit ve itiraf ettiğini gösterir. Aksi halde İmam eş-Şâfi’î’nin İmam Ebû Hanîfe’ye ve onun talebelerine muhalefet etmesini açıklamak mümkün olmaz. Daha da önemlisi, bu durumda İmam eş-Şâfi’î’nin mezhebinin “yüzeysel” ve “daha az değerli” olduğu gibi bir garabet ortaya çıkar ki, aklı başında bir kimsenin böyle bir iddiada bulunması mümkün değildir.”

İnternetteki bazı forumlarda bu meselenin gündeme geldiği ve mezkûr rivayetin İmam-ı Rabbânî hazretlerinin Mektûbât’ında geçtiği söylenerek yukarıdaki ifadelerime itiraz edildiği konusunda bir uyarı aldım. İtiraz edenler, Tasavvuf büyüklerinin bir hadisi keşfen tashih etmeleri halinde artık zahir ulemasının değerlendirmelerinin bir şey ifade etmeyeceğini söylemişler. “Bir metin hadis-i şerif olmak üzre Mektubat-ı Rabbani’de müsbetse (geçiyorsa) o metin hadistir ve sahihtir” diyenler olmuş, hatta (Abdülkadir Geylânî ve İmam-ı Rabbânî gibi büyüklere dil uzattığım düşüncesinden kaynaklanan bir gayret-i diniye ile) şahsıma yönelik ağır ithamlarda bulunulmuş. Ayrıca İmam eş-Şâfi’î’nin sözüyle ilgili değerlendirme hakkında söylediklerimin de İmam-ı Rabbânî’yi hedeflediği tesbitinde bulunmuşlar.

Bu eleştirilerde bulunanların, Tasavvuf büyüklerinin kendilerine ve eserlerine yönelik tahripkâr saldırılar karşısında gösterilmesi gereken hassasiyetle hareket ettiklerini biliyor ve bunu takdir ediyorum. Bu hassasiyete her zamankinden fazla ihtiyaç duyulan bir zaman diliminde yaşıyoruz. Aidiyetlerimizi muhafaza etmenin bizim için hayat-memat meselesi olduğunu ayrıca belirtmeye gerek yok. Bu köşenin takipçileri, bu köşede en fazla vurgulanan hususu bu noktanın teşkil ettiğini çok iyi biliyor. Bu cümleden olarak hangimiz diğerinin tavrında hakkın hatırını rencide eden bir tavır görürse, onu lisan-ı münasiple ikaz etmeli, birimizden hasbel beşer sadır olmuş bir hata/kusur varsa, en uygun tarzda düzeltme yoluna gitmelidir. Kardeşliğin gereği budur…

Meselemize gelecek olursak, geçen haftanın Pazar (8 Şubat) yazısında bir noktaya dikkat çekmiştim. Kaynaklardan istifade etme tarzı, onlara vakıf olmak kadar, hatta ondan daha önemlidir. Hangi kaynağın özelliği nedir, hangi eserden hangi sahada istifade etmek gerekir, bunları iyi bilmek ve müelliflerin eserlerini telif ediş gayesi ve metodu hakkında gerekli donanıma sahip olmadan bu sahada sarf-ı kelam etmekten uzak durmak icab eder…

Evet, İmam-ı Rabbânî hazretleri, Mektûbât’ında[1]Bkz. Mektûbât, II, 176 (67. mektup). Abdülkadir Geylânî hazretlerinin Gunye’sine atfen iki rivayet zikrediyor. Bunlardan birine göre Efendimiz (s.a.v) Miraç’tayken, Hz. Ali (r.a)’ı halife kılmasını Allah Teala’dan talep etmiş, ancak melekler, “Daima Allah’ın dilediği olur; senden sonra halife Ebû Bekr’dir” karşılığını vererek bu talebin kabul edilmediğini bildirmişler.

Diğer rivayete göre Hz. Ali (r.a) şöyle demiştir: “Resulullah (s.a.v), kendisinden sonra Ebû Bekr’in, sonra Ömer’in, sonra Osman’ın, ondan sonra da benim halife olacağıma dair benden söz almadan dünyadan ayrılmadı.”

Burada dikkat edilmesi gereken nokta şurası: İmam-ı Rabbânî hazretleri, Hulefa-i Raşidin’in efdaliyeti konusunda Ehl-i Sünnet’in görüşünü zikrettiği bağlamda yer verdiği bu rivayetleri keşfen ya da başka bir tarikle tashih ettiğini söylemiyor. Abdülkadir Geylânî hazretlerinin Gunye’sini referans vermesi bu durumu açıkça ortaya koyuyor. Öyleyse burada onun bu rivayetleri, Geylânî hazretlerine itimat ederek aldığını söylemek gerçeğin ifadesi olacaktır.

O halde soru şu:

  1. Abdülkadir Geylânî hazretleri bu hadislerin sahih olduğunu söylemiş midir?
  2. Onun Gunye’sinde geçen rivayetlerin tamamının sahih olduğunu söylemek mümkün müdür?

Devam edecek.

Milli Gazete – 15 Şubat 2009

Kaynakça/Dipnot

Kaynakça/Dipnot
1 Bkz. Mektûbât, II, 176 (67. mektup).