- İstia’ze /himmet istemek vs. konusunda, bize eski alimlerden caiz olduğunu, ya da yapıldığını ya da buna karşı bir şey söylemediklerini gösterebilir misiniz? Çok aradık kendimiz, ama fazla bir şey bulamadık.
“er-Remli’nin, Heysemi’nin, Subki’nin fetvalarını tanıyoruz, Kevseri’nin de fetvasını biliyoruz. Usul alimlerinden ya da Kelam alimlerden istia’ze konusunda bir şey, bir hüküm var mıdır?”
İsti’aze, isti’ane, istiğase… vb., aralarında nüanslar bulunmakla birlikte, aynı anlam örgüsü içinde kullanılan tabirlerdir ve en genel anlamıyla darda kalan bir kimsenin, bir mahluktan yardım istemesini ifade ederler. Hatta bazen Kur’an ayetleriyle, bazen amel-i salih ile de bu tarz bir talep söz konusu olur.
Burada dikkat edilmesi gereken hassas nokta şudur: Herhangi bir mahluktan (peygamber, veli ya da melek) yardım isteyen, halini ona arz edip ona sığınan kimse, onun kendi başına derde derman olma özelliğine sahip olduğunu, kendinden kaynaklanan müstakil bir kudretle tasarrufta bulunduğunu düşünürse, bu şirk olur. Zira kul hiçbir fiilinde Allah Teala’nın dilemesinden ve kudretinden bağımsız, müstakil hareket etme gücüne sahip değildir. Hatta kendi fiillerinde bile bu böyledir.
Bu noktayı belirttikten sonra Selef’ten bu tarz filer işleyenler olup olmadığı meselesine geçebiliriz. Hemen belirteyim ki, burada kaydedeceklerim özet bilgilerden ibaret olmak durumunda. Zira konu, kitap çapında çalışma yapmayı gerektirecek kadar geniştir ve hakkında müstakil kitaplar yazıldığı, ilgillerin malumudur.
Açıktır ki, isti’ane, istiğase vb. kavramlar “tevessül” bahsinden bağımsız değildir. Bu sebeple muhtelif çalışmalarda tevessül meselesinde ortaya konulmuş bulunan deliller, bahsimiz hakkında da geçerlidir. Bunlar dışında konu hakkında Selef’ten gelen nakilleri özet halinde şöyle zikredebiliriz:
- Zaman-ı saadet’te halk kuraklıktan şikâyetle Efendimiz (s.a.v)’e gelmiş, O’nun duası üzerine bolca yağmur yağmıştı. “Tevessül” konusunun işlendiği çalışmaların hemen tamamında bu rivayete rastlamak mümkündür. Bu rivayetin bir varyantında Efendmiz (s.a.v)’e gelen bedevi bir şiir söylemiş ve sonunda şöyle demişti:
“Bizim senden başka kaçıp sığınacak kimsemiz yok;
Resullerden başka halkın kaçıp sığınacağı kimse yok.” [1]İbn Abdilberr bu olayı aynı siyak içinde zikretmiştir. Bkz. et-Temhîd, XXII, 63 vd;
Burada sadece mezkûr bedevinin Efendimiz (s.a.v) ve diğer peygamberler (hepsine salat ve selam olsun) hakkındaki bu sözü değil, Efendimiz (s.a.v)’in, Ebû Tâlib’in kendisi hakkındaki sözünü hatırlaması ve hatırlatması da kayda değerdir ki orada Ebû Tâlib, Efendimiz (s.a.v)’i kastederek şu ifadeleri kullanmaktadır:
“Bembeyazdır, yüzü suyu hürmetine bulutlardan yağmur istenir,
Yetimlerin sığınağıdır o, dulların koruyucusudur.”[2]el-Buhârî, “İstiskâ”, 3.
Efendimiz (s.a.v)’in, bu şekilde tavsif edilmesini onaylamasının, isti’ane, istiğase vb. hususlara önemli bir delil/dayanak teşkil ettiği açıktır.
- Hacer annemiz oğlu İsmail (a.s) ile Hicaz toprağına geldikten sonra orada susuz kalmıştı. Bir zaman su ve kendilerine yardım edecek birini bulabilmek ümidiyle sağa-sola koşturdu. Sonra bir ses duydu ve sesin geldiği tarafa dönerek şöyle dedi: “Ey sesin sahibi! Sesini duyurdun. Eğer yardım etme kudretine sahipsen (bize yardım et).” (İn kâne indeke ğavâs).[3]el-Buhârî, “Enbiyâ”, 12.
Devam edecek.
Milli Gazete – 10 Ağustos 2008