Prof. Dr. Tâhâ Câbir el-Alevânî‘nin “Azınlık Fıkhı” başlığı altında serd ettiği mütalaalar hakkında söylemek istediklerimi maddeler halinde sıralayayım:
- Gayrimüslim ülkelerde “azınlık” durumunda yaşayan Müslümanlar‘ın problemleri hakkında şu ana kadar kayda değer çözümler üretilemediği bir vakıa. Onların durumunun, “İslam ülkesi” olarak anılan coğrafyalarda yaşayanlardan daha öncelikli çözümler beklediği de öyle. Ancak bu, sorunun, onlara özgü farklı bir “Fıkıh kategorisi” ihdası ile çözülmesi girişimi için uygun bir zemin/gerekçe midir?
Eğer el-Alevânî ve onun gibi düşünenler nezdinde Fıkıh genel olarak “sorun çözücü” kabiliyetini muhafaza ediyorsa, azınlık durumundaki Müslümanlar için farklı bir yaklaşım üzerine kurulacak “özel” bir Fıkıh türüne gerek yok demektir. Eğer Fıkıh bu kabiliyetini yitirmiş durumdaysa, sorunun sadece azınlık durumundakilere özgülenmesindeki mantık nedir?
- “Azınlık Fıkhı“nın hal-i hazırdaki yapısıyla Fıkıh ilminin kapsamına sokulmasının mümkün olmadığını söylerken el-Alevânî, anlaşıldığı kadarıyla aslında problemin cevabını kendi zihninde çoktan üretmiş bulunuyor. Probleme, mevcut yapısıyla Fıkıh‘tan cevap üretilemeyeceğini vurgulaması, Fıkh‘ın, onun istediği cevabı vermeyeceğine olan inancından kaynaklanmaktadır.
- “Azınlık Fıkhı, şer’î hükmün, cemaatin koşulları ve yaşadığı mekan ile irtibatını göz önünde bulunduran özel bir fıkıh türüdür” tesbiti, bünyesinde birçok problemi barındırıyor. Eğer bu tesbit, herhangi bir kişi veya grubun içinde bulunduğu koşulların ve yaşadığı mekânın Fıkhî hükme “kaynaklık” edeceğini ifade etmeye yönelik ise temelden yanlış olduğu açıktır. Maksat, koşulların ve mekânın, –faktörlerden bir faktör olarak– hükme sadece “etki” edeceğinin belirtilmesi ise, bunun hem azınlık konumunda bulunmayanların muhatap olduğu Fıkhî ahkâmdan farkı, hem de azınlıkların, bulundukları yerlerde siyasî hayata katılmasını “vacip” kılmakla bağdaştırılabilir bir yanı yoktur.
- Fıkıh, herhangi bir mevcut durumu “meşrulaştırmak” ya da daha doğru ifadesiyle “kitabına uydurmak” için değil, Allah Teala‘nın razı olduğu hayatın nasıl yaşanacağını öğretmek için vardır. İmam eş-Şâtıbî bu noktayı şöyle ifade eder: “Şer’an celb edilmek istenen menfaatler ve def edilmek istenen mefsedetler, ancak ahiret hayatına yönelik bir dünya hayatının yaşanabilmesi bakımından itibara alınır; yoksa sırf nefislerin arzu ve istekleri doğrultusunda tasavvur edilen menfaatlerin celbi veya mefsedetlerin def’i bakımından değil…” (“el-Muvâfakât“, II, 29)
- el-Alevânî, öngördüğü içtihad sistemini, “Kur’an’ın küllî kaidelerinden, ana gayelerinden, yüce değerlerinden, temel maksatlarından ve sağlam metodundan yola çıkan, Kur’an’ı, onun üstün değerlerini ve küllî esaslarını tatbik niteliğindeki sahih Sünnet’ten ve Hz. Peygamber (s.a.v)’in siretinden ışık alan” bir sistem olarak ifade ediyor. Eğer burada bir “izafîlik”ten söz etmek yanlış değilse, bu sakınca nasıl giderilecek? Aksi doğruysa, yani burada bir izafîlik yoksa, hal-i hazırdaki Fıkıh sistemi hangi noktalarda bu temel parametrelerden sapmıştır?
Burada parantez içinde verdiğim türden ifadeler “İslamî yenilenme” temalı metinlerde sıklıkla karşımıza çıkar da, bunların “efradını cami ağyarını mani” tanımları ve munzabıt vasıfları ne hikmetse bir türlü lütfedilip gösterilmez!
Devam edecek.
Milli Gazete – 23 Temmuz 2005