“Yenileşme, ıslah, tecdid”… gibi kavramlara yaptığı vurguyla öne çıkan isimlerden Prof. Dr. Tâhâ Câbir el-Alevânî, “Usûl” dergisinin geçen birkaç yazıda üzerinde durduğum sayısında çevirisini okuduğumuz makalesinde, başlıkta yer alan konu hakkında önemsenmesi gereken şeyler söylüyor ki, iki aşamalı olarak ele almak mümkün:
- Azınlık konumundaki müslümanların durumuyla ilgili/sınırlı olarak söyledikleri,
- Buradan hareketle genel olarak Fıkıh ve Fıkıh Usulü’ne teşmil ettiği değerlendirmeler.
“Bugün farklı ülkelerde “azınlık“ statüsünde yaşayan Müslümanlar, yeni bir içtihad yöntemi geliştirilmeden çözülemeyecek problemler yaşamaktadır. “Azınlık Fıkhı“, şer’î hükmün, cemaatin koşulları ve yaşadığı mekân ile irtibatını göz önünde bulunduran özel bir fıkıh türüdür ki, ihtiva ettiği hükümler ancak o cemaat için doğru ve uygundur. Bu fıkhı küllî bir çerçeve içinde değerlendirmek ve mevcut hukukî ve fıkhî boşluğu aşmak için bu ilmi İmam Ebû Hanîfe‘nin kullanımındaki anlamıyla “Fıkh-ı Ekber” ile irtibatlandırmak gerekir…”
Buraya kadar bir problem yok gibi görünüyor. Ancak yazının ilerleyen paragraf ve bölümlerinde, el-Alevânî‘nin, bu meseleyi genel “ıslah/yenileme” anlayışının bir parçası olarak vaz ettiği dikkat çekiyor. Esasen “problem yok gibi görünüyor” dediğim yerlerde de “Azınlık Fıkhı“nın, “klasik” içtihad yöntemiyle çözülemeyecek bir saha oluşturduğunu söylemesi de onun bu temel tavrının bir yansıması olarak okunmalı. “Azınlık Fıkhı“nı ele alacak kişinin, bazı sosyal ilimlerde genel malumat, sosyoloji, iktisat, siyasal bilimler ve uluslar arası ilişkiler gibi alanlarda da özel birikim sahibi olması gerektiğini vurgulaması da bunun bir yansıması…
Bütün bunlar ne anlama geliyor? Yine kendi ifadesiyle “Bir kişi söz gelimi bir Müslüman azınlığın haklarını koruyabilmek, diğer ülkelerdeki Müslümanlar’a yardım yapabilmek, İslamî kültür ve değerleri rahatça sergileyebilmek adına ikamet ettiği ülkede siyasî hayata katılması caiz midir, şeklinde bir soru yöneltse, İslam’ın evrenselliğinin ve onun ümmetinin insanlığa şahit olduğunun bilincinde olan ve çağdaş uluslar arası hayata katılmanın ne demek olduğunu bilen bir fakihin bu soruyu bu şekliyle asla kabul etmemesi, aksine dinin küllî ilkeleri ile ümmetin ve risaletin temel özellikleri ile uyumlu olmasını sağlamak için bu sorunun olumsuz ve ruhsattan yararlanma mantığını değiştirip olumlu ve vacip kılıcı bir mantıkla onu yeniden formüle etmesi gerekir.” (…)
el-Alevânî, “Müslümanlar’ın “öteki” ile ilişkisini düzenleyen geleneksel fıkıh kuralarının büyük çoğunluğu (…) tarihin bir parçası olmuştur. Bunun metodolojik, aynı zamanda “tahkik-i menat”la ilgili bir takım sebepleri vardır” dedikten sonra bu sebepleri maddeler halinde sıralıyor. Arkasından azınlıklarla ilgili olarak tesbit edilmesi gereken temel hususlara değiniyor; 60/el-Mümtehine, 8-9 ayetlerini gündeme getirerek tefsirlerden ve diğer kaynaklardan alıntılar yapıyor, “Dâr” kavramına değiniyor ve Habeşistan hicreti örneği üzerinde durarak sonuca gidiyor.
el-Alevânî‘nin 20 küsür sayfalık makalesinin tamamını burada değerlendirme imkânına sahip değilim ne yazık ki. Ancak önümüzdeki yazılarda temel bazı tezleri üzerinde duracağım.
Milli Gazete – 18 Temmuz 2005