Bu sene TRT gerçekten farklı bir icraatın altına imza atıyor.
Bir güç ve iktidar mücadelesinde taraflar rakiplerinin sırtını görünür alanlarda yere sermeye çalışmakla kalmaz, aynı zamanda semboller ve değerler alanında da yürür mücadele.
Bosna’ya gittiğimizde Mostar’ı da ziyaret etmiştik. Sırplar tarafından özellikle Mostar Köprüsü’nün hedef alınmış olmasının böyle bir psikolojik anlamı vardı. Tabii yerine eskisine mümkün olduğunca benzetilerek yenisinin yapılmasının da…
Bize mihmandarlık yapan Salih Sağır kardeşimin anlattığına göre Bosna savaşının sonuna gelindiğinde ateşkes anlaşmasının imzalandığı akşam Sırpların lideri rahmetli Aliya’yı arayarak dışarıya çıkıp tepenin üstüne bakmasını söylemiş. Anlaşma, o akşamdan itibaren tarafların bulundukları konumu korumasını ve hiç kimsenin mevcut durumu değiştirmeye yönelik herhangi bir adım atamamasını öngörüyormuş.
Aliya dışarıya çıkıp tepelere bakınca ufukta devasa bir haç görmüş. Bir oldu-bittiyle o devasa haçı helikopterle getirip tepenin en görünür yerine dikmiş, etrafını da mayınla çevirmişler. Karadziç kahkahalar atarak “Gördün mü Aliya” demiş, “Söyle bakalım, bu imzayı buradan kazımaya gücün yeter mi?” Bilge Kral şöyle cevap vermiş: “Sen de başını kaldır ve gökyüzüne bak. Gün gelir senin haçın oradan sökülüp atılır; ama sen, gördüğüm hilale hiçbir zaman uzanamayacak, dokunamayacaksın. Bizim imzamız ve damgamız da odur!”…
Osmanlı, fethettiği coğrafyalardaki en büyük mabedi camiye çevirirdi. Bu bir “hakimiyet” göstergesiydi. “Buralarda inkârın ve isyanın hakimiyeti sona ermiştir” demeye gelirdi.
Ayasofya’nın camiye çevrilmesinin ve üzerine Osmanlı’nın Tevhid mührünün vurulmasının anlamı da buydu. Yüzyıllarca Bizans’ın güç ve hakimiyetini sembolize etmiş bulunan Ayasofya artık Sultanahmet’le birlikte selamlayacaktı fecri “Allahu Ekber” diyerek…
Gün oldu, devran döndü, semboller ve değerler mücadelesi bu kez Ayasofya’yı “Ya benimsin ya toprağın” mantığıyla suskunluğa mahkûm etti. Bizans için çanları çalmıyorsa, minarelerinden ezan da okunmasındı. Şirke ev sahipliği yapmayacaksa, Tevhid de çınlamasın kubbesinde diyerek uzun, upuzun bir sürgüne gönderdiler onu…
İçine girdiğinizde kendinizi İspanya’nın esaret zincirine vurduğu Kurtuba Camii’nde hissediyorsunuz. Derin bir yas ve katmerli bir suskunluk karşılıyor sizi önce. Öyle hemen konuşmuyor Ayasofya. Uzun bir süre kim olduğunuza ve ne maksatla orada bulunduğunuza bakıyor sanki.
Sahur programlarının bu kutlu mekânda yapılması, Ayasofya’nın içimizi acıtan suskunluğunun sona ermesi yolunda sembolik bir adım. Önemsenmesi gereken, alkışlanması gereken bir adım…
TRT’yi bu girişiminden dolayı tebrik ediyorum. Uzun, upuzun yıllar sonra ilk kez M. Emin Ay hocanın yüreklere işleyen sesiyle Kelam-ı Kadim çınladı Ayasofya’nın duvarlarında. Elhamdülillah dedik.
Bu tarihî icraatın altına imza atan herkese binlerce teşekkür. Teşekkürler TRT, Teşekkürler M. Emin Ay, teşekkürler Dursun Ali Erzincanlı.
Ramazan’ın bereketi bu. Mübarek olsun.
Milli Gazete – 6 Ağustos 2011