Hayatın anlam ve amacı “iman”sa eğer, nasıl bir ilaha inandığımız meselesi hayatın en temel sorusu olmalıdır. İman, tasavvura ve hayata yön veren “muharrik unsur”sa gerçektir. Değilse “kuru bir iddia” olmaktan öte bir anlam ifade etmez.
Şurası açık ki, Yüce Yaratıcı’nın her bir isminin, her bir sıfatının insanı ilgilendiren, insana bakan, daha doğrusu insanı “ilzam eden” bir özelliği vardır. Bu bakımdan “esma-yı hüsna”ya ve “sıfat-ı ilahiye”ye gereği iman edip etmemek insanoğlunun esas meselesini oluşturur. Müslümanlık iddiasının içinin gereği gibi doldurulup doldurulmadığını belirleyen en temel unsur budur.
İlahî sıfatlar içinde birisi var ki, iman-amel, inanç-hayat ilişkisinin olması gerektiği gibi kurulup kurulmadığını ele veren yansımalara sahiptir: Vahdaniyet!
Şu beş noktada Allah Teala’nın “tek”liğini ve benzersizliğini ikrar etmeyen, buna iman etmeyen ve bunu “hissetmeyen” insanın imanın hakikatine erdiğini söylemek mümkün değildir: Zatta teklik, sıfatlarda teklik, isimlerde teklik, fiillerde teklik ve ahkâmda teklik.
Vahdaniyet sıfatının bu beş temel yansıması, her biri üzerinde müstakil bahisler açarak durulacak kadar önemli ve hassastır. En az bunun kadar önemlisi, gerek Vahdaniyet sıfatının kendi içindeki bu yansımalarının, gerekse diğer ilahî isim ve sıfatların birbirleriyle kopmaz bir ilişki içinde olmasıdır.
Akaid’i ve hele de onun fanusu durumundaki Kelam’ı ihmal eden bir Müslümanlığın devamlılığı ve sahiciliği tartışma götürür. (Ehl-i Hadis-Ehl-i Kelam ayrışmasında birincilerin yanında yer alanlar bu cümledeki “Kelam” kaydına itiraz edecektir. Onlara İbn Ebi Hâtim’in İbn Huzeyme hakkında söylediklerini hatırlatmış olalım.)
Akide’nin temelini “Allah inancı” oluşturduğuna göre mü’min, hayatın her aşamasında ilahî isim ve sıfatlar konusundaki inancını diri tutmakla mükelleftir. “Vahdaniyet” sıfatı üzerinden gidersek, söz gelimi kişinin imanında bu sıfatla ilgili bir belirsizlik, karmaşa ya da “çözülme” söz konusu olduğunda, bu ilahî sıfatla ilgili olarak yukarıda sıraladığım 5 yansımadan biri veya birkaçı zede almış demektir.
Vahdaniyet hakkında kısaca söylediklerim, hiç şüphesiz diğer ilahî isim ve sıfatlar için de geçerlidir. Onlara gereği gibi iman etmemenin en yalın sonucu, ya Allah Teala’ya mahsus isim ve sıfatların bir veya birkaçını mahlukata izafe etmek veya mahlukata ait özellikleri Allah Teala’ya isnat etmek olarak ortaya çıkar.
Modernite, kendisinde mutlaklık vehmeden insanın mutlakı izafileştirmesi garabetinin küresel ölçekte yaygınlaşması durumudur. Tarihin hiçbir döneminde insanoğlu “zirvedeyim; çıkabileceğim başka bir zirve yok; benden yükseği de yok” dememiştir. Bu çarpık benlik algısı, elbette “akide”nin yerine “algılardan oluşan inanç”ı koyacak, elbette “amel”i “günlük hayat” olarak yeniden kurgulayacaktır.
Atı arabanın arkasına koşmak olarak ifade edebileceğimiz bu durum bir “ahir zaman” durumudur. Bu durum Kur’an, Sünnet, din, insan, dünya, ahiret… gibi temel alanlarda zanna ve vehme dayalı kurguların “hakikat” ambalajı içinde sunulduğu ve hayli de itibar gördüğü bir “çarpılma”yı ifade ediyor.
İslamî ilimlerin hayatiyeti tam da bu noktada kendisini hissettiriyor. Yaşadığımız –hangi türden olursa olsun– arızanın temelinde İslamî ilimlerin İslam’ı hem kalbe ve zihne, hem de hayata nakşeden fonksiyonunun kaybı var.
Milli Gazete – 14 Mart 2011