Bir önceki yazıda, dönemine hemen her yönüyle ışık tutan en önemli belgelerden biri olan Tezâkir‘inden “tuhfe” kabilinden iki anekdot naklettiğim merhum Ahmet Cevdet Paşa, engin devlet tecrübesi (Evkaf, Maliye ve Adliye nazırlığı görevlerinde bulunduğunu hatırlayalım), İslamî ilimlere vukufiyeti (bir ara Şeyhülislamlık makamına getirilmesi söz konusu olmuştu) ve dirayeti ile öne çıkan en parlak simalarımızdandır.
Ancak onu önemli kılan, sadece bu müstesna özellikleri aynı anda taşıması değil, aynı zamanda Osmanlı Devleti‘nin en kritik dönemlerinde, hadiselerin bizzat içinde yer almış, hatta hadiselere vaziyet edilmesinde birinci derecede rol oynayacak konumda bulunmuş birisi olmasıdır.
Daha enteresanı, bir “Tanzimat paşası” olarak, Mustafa Reşit Paşa‘nın yanında yer alanın da, Sultan II. Abdülhamit‘in 30 küsür sene başarıyla uyguladığı “İslam Birliği” siyasetinde kendisine fikrî/lojistik kaynaklık edenin de aynı Cevdet Paşa olması…
Osmanlı Devleti‘nin en önemli “kırılma noktaları”nı yaşadığı zaman dilimlerinin bizzat müşahidi olarak Tanzimat hareketinden “Tanzimat-ı Hayriye” diye bahseden, akabinde İslam dünyasının son zirve kanun kodifikasyonu olan Mecelle‘nin hazırlanmasında şüphesiz en büyük fiilî katkıyı sağlamış olan Ahmet Cevdet Paşa, Modernleşme maceramızın bugünkü sürecinin sağlıklı değerlendirilmesi için bulunmaz bir kaynak iken, kendisinden yeterince istifade edemediğimiz ortada.
Onun görüş ve düşüncelerinin “şanına yaraşır” tarzda tahlil ve değerlendirilmesi bir yana, –birkaçı hariç– eserlerinin günümüz Türkçesiyle henüz neşredilmemiş olması bizim için hem büyük bir ayıp, hem de büyük bir kayıp…
1995 yılında Türkiye Diyanet Vakfı’nın adına düzenlediği –ve bilahare kitaplaştırılarak TDV yayınları arasında neşredilen– sempozyum tebliğlerinde dahi, devlet adamlığından, Mecelle çalışmalarından, mantıkçılığından, dilciliğinden ve daha birçok yönünden bahsedildiği halde, Tarih-i Cevdet üzerine “sadra şifa” bir tebliğin bulunmaması, keza eserlerinin müstakil bir tebliğde tanıtım ve değerlendirmesinin yapılmamış olması, Cevdet Paşa hakkındaki ihmalkârlığımızın bir yansıması gibi. (Bunu söylerken, söz konusu sempozyumun önemini ve doldurduğu boşluğu “atlıyor” değilim. Maksadım bir eksikliği dile getirmek.)
Osmanlı Devleti’nin modernleşme sürecindeki ivmesinin yükseldiği bir dönemde, eteğini modernleşme rüzgârına kaptırmamış bir ilim ve devlet adamı olarak Cevdet Paşa‘nın değerlendirmeleri, gözlemleri, teklifleri ve “duruşu” bizim için bugün kesinlikle bigâne kalınamayacak öneme sahip. Olaylara “medeniyet” ufkundan bakabilen böyle bir “değer”i görmezden gelmenin tek anlamı olabilir: Kendimizi imkânsızlığa ve çıkmazlara mahkûm etmek…
Milli Gazete – 24 Mayıs 2003