Kuzey yarımkürenin kuzey cihetinde yaşayanlar için “yatsı namazının vakti” diye bir problem bulunduğu ve bu problemin tarih içinde ulema arasında ihtilaf konusu oluşturduğu ehlinin malumudur.
Kazan’lı Şihâbuddîn el-Mercânî (1818-1889), bu mesele hakkında kaleme alınmış sayılı eserlerden birinin, Nâzûratu’l-Hak fî Fardiyyeti’l-İşâ’ ve in Lem Yeğibi’ş-Şafak isimli muhalled eserin sahibi olarak, yatsı namazının vaktinin girmediği (şafağın kaybolmadığı) bölgelerde yaşayanlardan yatsı namazının düşeceği görüşüne en ciddi mukabelede bulunmuş isimlerden biridir.
el-Mercânî, Kafkas diyarının yetiştirdiği, rivayet ve dirayet tarafı güçlü alimlerden birider; irili ufaklı 30 esere imza atmıştır. Bölgenin “ceditçi” alimlerinden olarak Kelam, Mantık ve Felsefe’ye mesafeli durmuş, hatta Kelam alimlerini heva-yı nefs ila hareket etmekle itham etmiştir. Keza ictihad-taklid hakkında da şazz bir tutuma sahip olduğu dikkat çeker.
Bununla birlikte el-Mercânî ve mezkûr eseri birçok muhakkık alim tarafından hüsn-i kabul ile karşılanmıştır. Bunların başında İmam el-Kevserî gelmektedir. Birçok eserinde el-Mercânî’den övgüyle bahseden İmam el-Kevserî, hem Kazan baskısının yazı karakterinin yoruculuğu dolayısıyla hem de esasen mevcudu tükendiği için Nâzûratu’l-Hakk’ın yeniden ve güzel bir harf karakteriyle basılması temennisini dile getirmiş, ancak bugüne kadar bu ameliye yerine getirilememiştir.
Yüce Allah, onun izini takip etme ve çabasını sürdürme azminde olan Daru’l-Hikme’yi, söz konusu temenninin hayata geçirilmesine muvaffak kıldı ve Nâzûratu’l-Hakk yeniden basıldı.
Daru’l-Hikme’nin genç hocalarından Orhan Ençakar ve Abdülkadir Yılmaz, uzun ve yorucu bir mesai sarf ederek, yeniden dizilen Nâzûratu’l-Hakk metni üzerinde ciddi bir tahkik faaliyeti gerçekleştirdiler. A.Ü. İlahiyat Fakültesi’nden Doç. Dr. İbrahim Maraş’ın önemli katkılarıyla doyurucu bir el-Mercânî biyografisi hazırladılar. Yine Daru’l-Hikme’den M. Fatih Kaya hocanın önemli katkılarıyla ortaya Daru’l-Hikme – Daru’l-Feth ortak baskısı olarak pırıl pırıl bir Nâzûratu’l-Hak çıkmış oldu elhamdülillah.
Eser ve yazarı hakkında burada uzun uzadıya bilgi verecek değilim. Konunun ilgilileri için zaten burada vereceğim kısa bilginin çok fazla bir anlamı olmaz. Dolayısıyla işin bu yönünü doğrudan kaynağına havale ederek burada bir nokta üzerinde durmak istiyorum.
Ülkemiz Arapça eser neşri bakımından ne yazık ki son derece fakir. Başta İlahiyat fakültelerimiz olmak üzere, varisi kılındığımız ilim mirasının ihya ve neşri konusunda her birimizin omuzlarında büyük bir sorumluluk bulunuyor.
Şurası tartışmaz götürmez bir hakikat: Varlığımız, aidiyetlerimizle kaimdir. Aidiyetlerimizle irtibatımızı temin eden en güçlü ve vazgeçilmez vasıta ise yazılı kaynaklardır. Bilhassa harf devriminden sonra büyük ölçüde kesintiye uğramış bulunan bu irtibatın yeniden tesisi yolunda son yıllarda atılmaya başlayan adımlar kesinlikle yeterli değil. Mensubu bulunduğumuz Hanefî mezhebinin kaynakları başta olmak üzere İslam kitabiyatının tahkikli bir şekilde neşri bizim için su kadar, hava kadar hayatî ve elzemdir. Bugün içine itildiğimiz kaos ortamının oluşmasında müsteşriklerin yapı-bozumcu faaliyetleri nasıl mümkün olmuştur diye baktığımızda, bizim kaynaklarımız üzerinde gerçekleştirdikleri tahkik ve neşir faaliyetleri çıkıyor karşımıza. Hazırlıksız yakalanışımızın sebebi budur, ilk sadmede hemen dağılışımız bundandır.
Bu tür çalışmalar kolay olmuyor, böylesi yüz akı çalışmaların altına imza atacak isimler kolay yetişmiyor. Ve bunlar olmazsa topyekün bir “yabancılaşma” yaşamamız kaçınılmaz oluyor. Niyazımız Daru’l-Hikme’nin bu tarz daha nice hayırlı çalışmalara muvaffak kılınmasıdır.
Milli Gazete – 24 Nisan 2012