Mirasımız

Ebubekir Sifil2012, Aralık 2012, Gazete Yazıları

Mirasımız: Osmanlı'nın en fazla üzerine eğildiği iki alan var: Usul-i Fıkıh/Fıkıh ve Usulüddîn/Kelam. Yazının devamı için tıklayınız. [fotoğraf: walldevil.com]

Üzerinde yaşadığımız coğrafya da dahil olmak üzere yaklaşık 20 milyon kilometrekareye hükmetmiş, hem de yetmişikibuçuk milleti yüzyıllarca bir arada yaşatmasını bilmiş bir geçmişimiz var. Osmanlı, 6 asır boyunca büyük bir dirayet ve muvaffakiyetle son derece önemli bir tecrübenin altına imza attı. Dost-düşman herkesin teslim ve itiraf ettiği bir hakikat bu.

Bunu mümkün kılan neydi?

Bu sorunun bizce tereddütsüz cevabı “İslamî ilimler”dir. Talebe-i ulum içinden çıkacak 10 alim için 90 kişiyi beslemeyi zaruri gören ilim politikasıdır ki Molla Fenârî, Ebussuud, İbn Kemal, Zenbilli Ali, Molla Güranî, Molla Hüsrev, Mustafa Sabri, Zâhid el-Kevserî, Said Nursî, Elmalılı Hamdi… efendiler ve emsali yüzlerce “alim” marifetiyle (Allah hepsine rahmet eylesin ve hepsinden razı olsun) bu topraklarda yaşanan iman merkezli pratiğin, modern çağın meydan okumalarına karşı yegâne direnç noktamızı oluşturan İslamî ilimler olduğu hakikatini bedihî bir tarzda ortaya koymuştur.

Osmanlı’nın ilim adına bize, alem-i İslam’a herhangi bir miras bırakmadığını söyleyecek kadar aklını peynir-ekmek niyetine yemiş kimse çıkmaz herhalde! Aksini iddia edecek olana Süleymaniye Kütüphanesi’ni işaret etmek kâfidir.

Bu müsellem hakikatin bugüne taalluku, el-aleme karşı ilim mirasımızın ihtişamını dile getirmekten ibaret değil şüphesiz. Bundan çok daha önemlisi, o mirasın bugünümüze taşınması adına ne yaptığımız sorusudur.

Osmanlı’nın İslamî ilimler adına bize paha biçilmez bir miras bıraktığı şüphesiz ise –ki öyledir– bugün İslamî ilimler denildiğinde akla gelen müesseselerimizde bu mirasa ilişkin ne tür çalışmalar yapıldığı sorusu da elbette anlamlı olacaktır. Böyle bir arayışla etrafa bakındığımızda gördüğümüz kocaman bir “ihmal” ve “gaflet”ten başkası değil ne yazık ki!..

Osmanlı medreselerinde neler okutulurdu? Hangi ilim dallarına ağırlık verilirdi? Bu soruların cevabını bulmak üzere Osmanlı’nın çeşitli devirlerde uygulamaya koyduğu medrese müfredatlarını incelediğimizde önümüze çıkan en çarpıcı hakikatlerden birisi şu: Osmanlı’nın en fazla üzerine eğildiği iki alan var: Usul-i Fıkıh/Fıkıh ve Usulüddîn/Kelam.

Elbette bunlar dışında medrese müfredatlarında önemli yer tutan disiplinler yok değil. Ama bu iki alana belli bir ağırlık verilmiş olması son derece önemlidir. Bugün gerek İslam Dünyası’nda gerek ülkemizde İslamî ilimler bağlamında yapılan çalışmalara baktığımızda, bu iki alana ilişkin hemen “hiç” bir faaliyet göremiyor oluşumuzun anlamı dedir peki?

Bugünün dünyasına Müslümanca bir şey söyleyeceksek eğer, bunun, Osmanlı’nın bize bıraktığı mirasa arka dönerek yapılamayacağı açık. Öyleyse ilim müesseselerimizde, bilhassa bu iki alanda ihtisas yapmış, yazma eserlerin dünyasına girebilen ilim adamlarının yetiştirilmesine yönelik planlamalar yapılması gerektiği izahtan varestedir.

Bugün için Usul-i Fıkıh ve Usulüddîn alanlarında yetişmiş ve yazma eserlerin dünyasına girebilmiş kaç isim sayabiliyoruz?

13 Aralık 2012 – Milli Gazete