Kadının Mirastan Mahrum Edilmesi

Ebubekir Sifil2012, Ekonomi, Fıkıh, Gazete Yazıları, Konularına Göre, Temmuz 2012

Hanefî Usulü-Mütekellim Usulü" ayrımının "Hanefîlerin Usul sistemi" ve "diğerlerinin Usul sistemi" şeklinde kesin bir farklılaşmaya tekabül etmediğini belirtmekte yarar var.

Geçtiğimiz hafta sonu bir icazet merasimine iştirak etmek üzere Of’a gittim. Bölgenin Kur’an kursu ve hafızlık müessesesinin muhafazası konusundaki hassasiyeti malum. Bu hizmetlerin gelişerek devam ettiğini görmek insanın göğsünü kabartıyor. Milletimizin Kur’an’a hizmetteki gayreti gerçekten her türlü takdirin üzerinde.

Gökdelenlerin içinde boğulmayı “uygar kent hayatı” olarak görenlerin gözlüğüyle baktığınızda Arsin’in Çiçekli’sini “dağ başı” olarak görürsünüz. Orada 9 katlı bir Kur’an kursunda 400 civarında –hem de yatılı– talebe okuduğuna gözlerinizle görmedikçe inanmanız çok zor. Emeği geçen herkesten Allah razı olsun.

Kur’an kurslarıyla ilgili yazmak istediğim birçok husus var. Bunları bir başka yazıya erteleyerek Of’ta bir sohbet esnasında gündeme getirilen bir problem üzerinde duracağım bugün: Kadınların mirastan mahrum edilmesi.

Dindarlığıyla ve Kur’an’a hizmet hassasiyetiyle tanınan bölge insanından nasıl olur da böyle bir yanlışlık sadır olur, inanmak gerçekten çok zor!

Beni davet eden kardeşlerimizin aktardığına göre, baba evinde, evin geçimi konusunda üzerine düşenden fazlasını yapan hamarat kadınlar ve kızlar, sıra miras paylaşımına geldiğinde bizzat Yaratan’ın taksim ettiği haklarını almaktan mahrum ediliyormuş.

Gerekçesi ister baba mülkünün “el oğluna” gitmesini engellemek olsun, ister erkeklerin yükümlülüklerinin ağırlığı olsun hiç fark etmez, bu uygulama, İslam’ın kökünden silip kazıdığı cahiliye anlayışını çağrıştırıyor.

Sa’d b. er-Rebî’ (r.a), Uhud harbinde şehit olmuştu. Eşi, iki kızını da yanına alarak Efendimiz (s.a.v)’e geldi ve, kayın biraderlerinin, kendisini ve kızlarını kocasının mirasından mahrum etmek istediklerini söyledi. Efendimiz (s.a.v), “Allah bu konuda bir hüküm indirecektir” buyurdu. Gerçekten de bir süre sonra 4/en-Nisâ suresinin 11. ayeti endi.[1]Ebû Dâvud, “Ferâiz”, 4.

Feraiz, bizzat Allah Teala’nın üstlendiği ve taksimat yaptığı bir konudur. Dolayısıyla bu konuda O’nun iradesi ve rızası dışında yapılacak herhangi bir uygulama, hele bir de “bir insanı mağdur etmek” gibi bir “kul hakkı”nı gündeme getiriyorsa, İslamî hassasiyet sahibi insanların böyle azim bir hatadan şiddetle uzak durması gerekir. Nasıl olur da bizzat Allah Teala’nın yaptığı bir taksimatı beğenmezlik eder de, kendi aklımıza göre taksimat yaparız? Bu, “heva ve hevese uymak” değilse nedir?

Eğer toplumsal anlayış ve uygulama bozulmuşsa yapılması gereken, Din’in hükümlerini bozuk anlayış ve uygulama doğrultusunda bozmak değil, bozuk anlayış ve uygulamayı Din’in hükümleri doğrultusunda ıslah ederek her şeyi yerli yerine koymaktır.

12 Temmuz 2012 – Milli Gazete

Kaynakça/Dipnot

Kaynakça/Dipnot
1 Ebû Dâvud, “Ferâiz”, 4.