Evrensel ilkeler??

Ebubekir Sifil2012, Gazete Yazıları, Gündem, Konularına Göre, Ocak 2012

Bazı kalıp ifadeler vardır; vahyin süzgecinden geçirmeden ve gereği gibi muhakeme etmeden zihin dünyamıza buyur ettiğimiz.  Üzerine fikir, kanaat bina eder sonra yerli yersiz dile dökeriz. Gerçekten bize ait olup olmadığını sorgulamadan içselleştirdiğimiz bu kalıp ifadeler, hangi inanç, düşünce ve medeniyet havzasına ait ise düşüncelerimizde, kanaatlerimizde ve giderek inançlarımızda o havza lehine dönüşümler gerçekleştirmeye başlar.

Müslümanların modern zamanlarda geçirdiği dönüşüm de, postmodern zamanlarda el’an yaşamakta ve müşahede etmekte olduğumuz dönüşüm de onlar vasıtasıyla cereyan ediyor.

“Evrensel ilkeler” de bu cümleden olmak üzere bilincimizde epeyce bir dönüşüm sağlayan kalıp ifadelerden. İslam’ın modernizasyonu projesi çerçevesinde sıklıkla gündeme gelen bu ifade, İslam’ın evrensel ilkeleri ihtiva eden, dolayısıyla mevcut durumla çelişmeyen bir din olduğu fikrini benimsetmek isteyenlerin sıklıkla gönderme yaptığı bir adres. “Nedir bu ilkeler” diye sorduğunuzda, duruma göre genişleyen veya daralan muhtevada cevaplar alıyorsunuz.

Söz gelimi bundan 100 sene önce bunlar “hürriyet, adalet, müsavat” kavramlarıydı. Bunlar “medeni dünya”da da vardı, İslam’da da. Biraz daha beriye geldiğimizde bu kavramlar sadece yerini anlamdaşlarına bırakmakla kalmadı, yanlarına yenilerini de alarak icra-i faaliyete devam etti. Yani değişen, sadece “hürriyet, adalet, müsavat” kavramlarının yerini “özgürlük, eşitlik” kavramlarına bırakması değil (sözlükler “adalet” kavramının “öztürkçesi”ne yer vermediği için varlığını koruyor); aynı zamanda onlara yenileri de eklendi: “İnsan hakları, kadın hakları, çoğulculuk, demokrasi…”

Bu kavramların dilimize ve dünyamıza kolaylıkla nüfuz etmesini sağlayanın ne olduğunu sorduğumuzda, cevap “evrensel ilkeler” oluyor. Oysa sormak gerekmez mi “bunlar gerçekten evrensel midir” diye? Gerçekten de bu ve benzeri kavramların “evrensel” olduğunu söyleyenler bunu ispata muktedir olabilirler mi?

Bir fikir, düşünce ya da inancın türlü vasıtalarla yaygınlaştırılmış, hatta “ezberletilmiş” olması onu “evrensel” kılar mı?

Daha da önemlisi, “evrensel ilkeler” kalıp ifadesinin mucitleri, mesela ABD’de ya da herhangi bir Batı ülkesinde seçimle bir müslüman devlet başkanının/başbakanın yönetime gelmesine razı olurlar mı?

Bir adım daha atalım: Batı dışında herhangi bir ülkede “evrensel” olduğu söylenen bu ilkelerle örtüşmeyen bir yönetim anlayışının tamamen demokratik metotlarla iktidara gelmesi ve dahi “iktidarda kalması” mümkün olacak mıdır?

Yakın geçmişte yaşadığımız tecrübeler dikkate alındığında bu soruların “gereksiz” olduğu kendiliğinden ortaya çıkıyor değil mi?..

Meselenin bir yönü de şudur: Adını zikrettiğim ve zikretmediğim kavramların “evrensel ilkeler” olmakla yeryüzündeki her ülke, halk ve zihniyet tarafından aynı tarzda benimsendiğini söylemenin hiçbir gerçekliğinin bulunmadığı açık. Zira bu kavramların bütün tarihlerde ve bütün coğrafyalarda aynı tarzda benimsendiğini söylemek mümkün değil. Bu nasıl evrensellik?

Eğer buna karşılık, “İnsanlığın binyıllar içinde evrensel tecrübesinin bizi getirdiği nokta bu kavramlara vücut ve anlam vermiştir; dolayısıyla daha önce onlara rastlamıyor oluşumuz normaldir” gibi bir cevap verilecek olursa, bunu söyleyenlerin vahiyle ilişkisinde ve dahi “varlık” anlayışında problem var demektir.

Bu tesbitin “vahiyle ilişki” noktasında izahı açıktır. Zira vahiy ilm-i ilahiyi yansıttığına ve ilm-i ilahide “tecrübeye dayalı inkişaf” gibi bir durum söz konusu olmayacağına göre, geriye, söz konusu kavramların evrensel olduğunu söyleyenlerin vahiy anlayışlarını gözden geçirmeleri gerektiğini söylemek kalıyor.

Varlık anlayışındaki arızaya gelince; evrensel olan, her tarihte ve coğrafyada geçerliliğini koruyan demektir. Bir tarihte veya coğrafyada hiç var olmayan birşeyin evrensel olduğu söylenemez. Söz konusu kavramların evrensel olduğunu söyleyenler, onların ortaya çıktığı sosyo-kültürel ve tarihsel ortamı evrensel kabul ediyorlar demektir. Batı’nın yaşadığı şu veya bu tecrübe niçin Batı coğrafyasını aşarak bütün insanlığın ortak değeri olsun ve “evrensel” sıfatını haiz bulunsun? Üstelik –yukarıda da söylediğim gibi– onlar için bu kavramlar “nalıncı keseri”dir; hep onlara doğru yontar…

“Batı’nın Arap baharı konusundaki tavrı” mı dediniz?

Onu da gelecek yazıda bahse konu edelim inşaallah.

Milli Gazete – 14 Ocak 2012