“Arap Baharı” diye ifade edilen süreç kafaları hayli karıştırmış durumda. Libya’da neler oluyor, Mısır’da gelinen nokta ne? Suriye için ne düşünmeliyiz? Bütün bu süreçte Batılı ülkelerin rolü ne kadar? Yönetimlerin devrildiği yerlerde neler oldu, yönetimlerin direndiği yerlerde neler oluyor?…
Hemen her gün muhatap olduğumuz bu ve benzeri sorulara şöyle mukabele edilmesinin doğru olduğunu düşünüyorum:
Bu süreci bir bütün olarak görmek ve bütün o coğrafyayı içine alan homojen bir durumdan bahsetmek doğru değil. Her ülkenin kendine mahsus özellikleri var; her ülkede ayaklanma sürecini tetikleyen farklı dinamikler söz konusu.
Söz gelemi Libya’da Kaddafi’nin devrilmesine açık destek veren Batı’nın, Libya’nın nasıl yönetileceği konusunda ve Libya’nın kaynakları üzerinde söz sahibi olmak istemesini/olduğunu anlamak zor değil. Esasen bugün fiilen bölünmenin eşiğine gelmiş bulunan Libya’da olup bitenin basit bir “kabile kavgası” olarak görmek elbette mümkün değil.
Mısır’da daha farklı bir durum var. İsrail’in konuya yaklaşımından hareketle dahi Mısır’da yaşanan değişimin istikameti hakkında isabetli tesbitlerde bulunmak mümkün. Herhangi bir dış müdahalenin yaşanmadığı Mısır’da nasıl oldu da silahlı kuvvetler Mübarek’in değil de halkın yanında yer aldı, doğrusu benim cevabını merak ettiğim en önemli sorulardan birisi bu. İkincisi de İhvan’ın Mısır’ın geleceğinde İslam adına ne türlü icraatların altına imza atacağı, daha da önemlisi İhvan’ın İslam algısının bu süreçte nasıl bir seyir izleyeceği meselesi. Liberalleşmeye doğru bir gidiş mi söz konusu, yoksa bir “geçiş dönemi politikası” mı? Bekleyip göreceğiz…
Ve Suriye…
Yönetim karşıtı ayaklanmaların en uzunu bu ülkede cereyan ediyor. Tabii en çok kan da burada akıyor.
Geçmişi kısaca hatırlayalım: “Arap Baharı” sürecinin başlarında Beşşar Esed, Arap ülkelerinin yönetimlerinin, halklarının taleplerine daha fazla duyarsız kalamayacağını, bir an önce reformlara başlamalarının vaktinin çoktan geldiğini söylüyordu. Sürecin başlarında uzunca bir süre Suriye’de halk beklemeyi tercih etti. Esed’in yıllardır tekrarlayıp durduğu, ama bir türlü hayata geçirmediği reformların bu süreçte gerçeğe dönüşmesini bekledi. Ancak aradan geçen aylar, Esed yönetiminin yine aynı şark kurnazlığına başvurduğunu gösterdi.
Bunun üzerine halk önce, söz verilen reformların hayata geçirilmesi talebini dillendirmeye başladı. Ancak Esed kulaklarını tıkamayı tercih etti. Bu defa kitlesel eylemler başladı ve halk, reform beklentisinin beyhude olduğunu fark ederek “yönetim karşıtı” bir tutum almaya başladı.
Bu süreçte kesinlikle dış desteğe ve silaha karşı olduklarını, yegâne amaçlarının kendi imkânlarıyla ve barışçı metotlarla despot yönetimi gönderip, yerine halkın taleplerine kulak veren bir yönetimin gelmesini sağlamak olduğunu defalarca ve her vesileyle ilan ettiler.
Ancak oğul Esed’in buna tepkisi babasınınkini aratmayacak vahşette oldu. Gerisi malum…
Geldiğimiz noktada Suriye bağlamında durumu şöyle özetleyebiliriz:
Rusya ve Çin, “Arap Baharı” sürecinde hiçbir ülkeye göstermedikleri ilgili Suriye’ye gösteriyor. Elbette bunun sebebi el kadar Suriye’nin kendisi değil. Burada İran faktörü güçlü biçimde devrededir.
Libya’da, Tunus’ta, Mısır’da yaşananlara kayda değer bir tepki vermeyen İran’ın Suriye konusunda bu kadar direnmesi, oluk oluk akan kana rağmen hadiseyi “Batı/İsrail destekli marjinal grupların terör eylemleri” olarak lanse etmek için çırpınması şaşırtıcı değil.
Hizbullah da İran da elbet böyle konuşacak. Adım adım genişlettikleri etki alanları ilk defa ciddi olarak duvara tosladı.
“Özgür Suriye Ordusu” adı altında ayaklanmayı yönetmeye çalışan grupları belki de en fazla rencide eden, İran’ın ve Hizbullah’ın, bu grupları Batı’nın ve İsrail’in kullandığı propagandası. Suriye halkı perişan, ordunun katliam yaptığı şehirlerde ölüm, açlık, sefalet kol geziyor. Silahlı gruplar ordunun ağır silahlarına, tankına, topuna karşı hafif silahlarla direnmeye çalışıyor. Fısıltı gazetesi Hizbullah milislerinin sınırdan geçip belli bölgelerde operasyon düzenlediğini, yaralıları bile hastanelerden alıp bilinmeyen yerlere götürdüğünü söylüyor. Mahir Esed’in İsrail’le görüştüğünü de, Hamas’ın Suriye ile ilişkileri kopma noktasına getirdiğini de söylüyor fısıltı gazetesi. Suriye toprakları bu kadar önemliydi de Golan tepeleri için acaba niçin tek kurşun atmadılar bugüne kadar?
Artık mızrak çuvala sığmıyor. İran için, Şiilik için Suriye, kaybedilecek ilk ve belki de en önemli mevzidir. Buna tahammül edemiyorlar. “Emperyalizme karşı durma” söylemini maske edinerek mezhebi yayılmacılık politikasını daha fazla sürdüremeyecekleri Suriye bağlamında net olarak görüldü. Bütün çırpınmaları bundan…
Milli Gazete – 13 Mart 2012