Bu başlık altında ele alınabilecek birden fazla yaklaşım vardır. Bunlardan birisine bir önceki yazıda değinmiştim. Temel vasfını “tekabbuh” diye nitelendirmenin yanlış olmayacağını düşündüğüm bu hareket, “mevcudu meşrulaştırma” güdüsüyle hareket etmekle maluldür ve Türkiye‘de başka, Mısır‘da başka ve daha başka yerlerde daha başka görüntülerle, söylemlerle, tarzlarla karşımıza çıkar… Bir diğer yaklaşım ise daha “içeriden”dir ve diğerlerine göre daha fazla ciddiye alınmalıdır. Bazı Fıkhî hükümlerin miadını doldurduğu, Fıkh‘ın gereksiz detaylardan ve zorlaştırıcı hükümlerden arındırılması gerektiği… gibi düşüncelerde, dolayısıyla “yeni … Devamını Oku
“Tefakkuh” Mu “Tekabbuh” Mu?
İmam Ebû Hanîfe‘nin, kurduğu sistemin “Şer’î deliller hiyerarşisi”ni açıklarken kullandığı bir ifade, Fukaha tarafından gereksiz-dayanaksız bir yığın formalite ile ağırlaştırılmış (!) Fıkh‘ın kolaylaştırılması çağrısında bulunanlar tarafından hayli beğenilir ve tekrar edilir: Kur’an, Sünnet ve Sahabe fetvalarını saydıktan sonra sıra Tabiun‘a gelince, “Hum racul, nahnu racul” demişti büyük İmam. Yani Tabiun fetvaları bizim için bağlayıcı değildir, zira onların bu işteki seviye, ehliyet ve liyakati neyse, bizimki de odur. (Yeri gelmişken ilgilisi için faydalı bir nota yer vereyim: İmam‘ın … Devamını Oku
Fıkıh Din İlişkisi
Fıkıh ile Din‘in birbirinden ayrı tutulması gerektiği tezini işleyen pek çok çalışmayla karşılaştık modern zamanlarda. Kimi zaman “Şeriat“, kimi zaman da “Hukuk” yerine kullanılabildiği ve “çağdaş İslam düşüncesi okumaları/yazmaları”(!) esnasında genellikle “Tasavvuf“un karşısında konumlandırıldığı gözlenen “Fıkıh“, aslında “küllî” bir etimolojik ve kavramsal çerçeveye sahiptir. Her ne kadar Prof. Dr. Yunus Apaydın, konuyu oldukça güzel çerçevelediği yazısında meseleyi, “Kıyas-Din ilişkisi” olarak tesbit etmiş ise de (“İslam Hukuku Araştırmaları Dergisi“, III, 31), aslında nassların “anlaşılması”, yani “muradullah”ın ve “murad-ı … Devamını Oku
Sahabe ve İrtidat
Hz. Peygamber (s.a.v)’in irtihalinden sonra bir kısım sahabîlerin yolunu değiştirdiğini, Allah ve Resulü‘nün razı olmadığı şeyler yaptığını, hatta irtidat ettiğini anlatan rivayetleri nasıl anlamalı? Başta el-Buhârî ve Müslim olmak üzere birçok muteber Hadis kaynağında nakledilmiş olan bu rivayetler acaba bizim bugün “ileri gelen sahabîler” olarak büyük bir hürmet ve hayırla andığımız kimselerin aslında yoldan çıkmış, ihanet, hatta irtidat etmiş kimseler olduğunu mu anlatmaktadır? Efendimiz (s.a.v)’in irtihalinden sonra ihdas ve irtikap ettikleri şeyler sebebiyle havz-ı Peygamberî‘den men edilecek, … Devamını Oku
Sahabe ve Nifak
Kur’an‘da Sahabe‘den övgüyle bahseden ayetlerin “mukayyed” olduğunu söyleyebilmek için, ilgili ayetleri takyid edici özellikte, delalet ve sübutu kat’î delile ihtiyaç bulunduğu açıktır. Yoksa Kur’an‘ın umum ifadelerini keyfimize göre takyid edebileceğimizi söylemiş oluruz ki, böyle bir davranışın adı “Kur’an’a teslim olmak” değil, “kendi zihnî kurgularımızı ve önceden/Kur’an dışında oluşmuş kabul ve redlerimizi Kur’an‘a tasdik ettirmek”tir. Zira “… o gün ki Allah Peygamber(in)i ve onun maiyetinde iman edenleri utandırmayacak. Onların nurları önlerinden ve sağlarından sür’atle iner/parıldar…” (66/et-Tahrim, 8) ayeti … Devamını Oku
Problemi Doğru Okumak
Sahabe‘yi tebcilin naklî zemini ile ilgili esas meseleye geçmeden önce çok önemli bir hususun mukaddime kabilinden serd edilmesi gerekiyor. Kur’an‘ı “Yaratan ile yaratılanın iletişimi”, “yerde olanların sorusuna gökte olanın cevabı”… gibi sahte cazibesinden başka hiçbir değeri olmayan, hatta son derece tehlikeli nitelemelerin konusu yapmak bu babda işlenen ölümcül hataların başında geliyor. Allah Teala‘nın ilminin, kelamının, iradesinin… –diğer sıfatları da böyledir–, havâdis tarafından belirlendiği, dolayısıyla “muhdes” (sonradan var olan) olduğu inancının ifadesi olan bu mantık, konumuz bağlamında şöyle … Devamını Oku