Son zamanlarda kıyamet alametleri cümlesinden olarak Mesih ve Mehdi inancının sıklıkla tartışma konusu yapıldığı dikkatinizi çekmiştir. Gerek akademik çevrelerde, gerekse halk arasında -medyanın da katkılarıyla- bu meseleler üzerinde zaman zaman hayli ateşli tartışmalar cereyan ediyor.
Mesih ve Mehdi meselesi elbette sebepsiz, durduk yere tartışma gündemine sokulmuyor. Tıpkı daha pek çok benzerleri gibi… Farklı kesimlerin bu tartışmalar üzerinden farklı beklentileri bulunduğunu anlamak zor değil. Ancak biz bu yazıda konunun bu yönünden ziyade, İslâm’da Mesih ve Mehdi inancının bulunmadığını söyleyenlerin ileri sürdüğü gerekçeler üzerinde duracağız.
Ehl-i Sünnet’in konuyla ilgili kabulleri akaid/kelam kitaplarında, hadis şerhlerinde ve tefsirlerde detaylarıyla zikredilmiştir. Hatta genel olarak kıyamet alametleri, özel olarak da Mesih ve Mehdi konusunda müstakil kitap ve risaleler kaleme alınmıştır. Ancak günümüzde bu konuyla ilgili olarak birçok yeni soru işaretinin ve tereddüdün izhar edilmiş olması, ulemanın ortaya koyduğu hususların, mezkûr soru ve tereddütleri ortadan kaldıracak şekilde yeniden ifade edilmesini gerekli kılmaktadır.
Soru işaretleri
İslâm’da Mesih ve Mehdi inancına yer olmadığını söyleyenlerin hareket noktalarını şu şekilde maddeleştirebiliriz:
1. Kur’an’da kıyametin ansızın kopacağı haber verilmektedir. En’am Suresi’nin 31, A’raf Suresi’nin 187, Yusuf Suresi’nin 107. ayetlerinde ve aynı muhtevadaki daha pek çok ayette bu husus açıkça görülebilir. O halde kıyametin bir takım “alametlerinin” bulunduğunu söylemek ve buna inanmak Kur’an’a aykırıdır. Zira kıyamet kopmadan önce bir takım alametler ortaya çıkacaksa, kıyametin “ansızın” kopması söz konusu değil demektir ki, bu durum Kur’an’la açık bir çelişki oluşturur.
2. Mehdi ve Mesih inancı İslâm’a diğer din ve kültürlerden geçmiştir. Bunun en önemli delili, İslâm’dan önceki dinlerde ve inançlarda da bir “kurtarıcı Mesih/Mehdi” inancının bulunmasıdır.
3. Ne Mesih, ne de Mehdi Kur’an’da zikredilmemektedir.
4. Efendimiz s.a.v.’in gaybı bilmediği Kur’an’da açıkça zikredilmiştir. “De ki: Size, ‘Allah’ın hazineleri elimdedir’ demiyorum. Gaybı da bilmem. Size, ‘Ben meleğim’ de demiyorum. Ben sadece bana vahyolunana uyarım…” (En’âm, 50) ve “Gaybın anahtarları O’nun katındadır. Onları ancak O bilir.” (En’âm, 59) ayetleri ve benzerleri bu hususu ifade etmektedir. Kıyametten önce bir takım şeylerin meydana geleceğini söylemek, gaybden haber vermektir. Dolayısıyla Efendimiz s.a.v.’in bunları bildiğine ve söylediğine inanmak Kur’an’a aykırı düşer.
Kur’an ve kıyamet alametleri
Bu soruları aynı sıra içinde cevaplayacak olursak:
1. Kıyametin ansızın kopacağının Kur’an’da birçok ayette ifade buyurulduğu doğrudur. Ancak dikkat edilecek olursa, bu ayetlerin istisnasız hepsi inkârcılardan bahsetmekte, kıyametin onların üzerine ansızın kopacağı bildirilmektedir. Dolayısıyla Kur’an’ı da, Efendimiz s.a.v.’i de inkâr edenler için kıyametin alametlerinin herhangi bir anlamı yoktur. Kıyamet alametlerinin anlamı biz müminler içindir.
Bu söylediğimizin en büyük delili, yine bizzat Kur’an ayetleridir. Yukarıdaki iddiada bulunanlar, Kur’an’ı iyi tetkik ettiklerinde göreceklerdir ki, Kur’an’da kıyametin bir takım alametlerinin bulunduğu açık bir şekilde zikredilmektedir. Mesela Muhammed Suresi’nin 18. ayetinde şöyle buyurulur: “Onlar kıyametin kendilerine ansızın gelmesinden başka bir şey beklemiyorlar. İşte muhakkak onun alametleri gelmiştir. (Kıyamet) kendilerine gelip çatınca ibret almaları neye yarar?” Dikkat edilecek olursa bu ayet de inkârcıları bahse konu etmekte, üstelik de kıyametin alametlerinin geldiğini açıkça bildirmektedir.
Aralarında Elmalılı’nın da bulunduğu müfessirler burada ifade buyurulan alametlerin, Rasul-i Ekrem s.a.v. Efendimiz’in risaleti, ayın ikiye yarılması… gibi hususlar olduğunu belirtmişlerdir ki, bunların kıyametin “uzak alametleri” olduğunu söylemek -Allahu a’lem- yanlış olmaz. Zira aşağıda zikredeceğimiz ayette de kıyametin alametlerinden bahsedilmekte, ancak o alametler geldiğinde iman edenin imanının kendisine bir fayda sağlamayacağı bildirilmektedir:
“Rabbinin bazı alametleri geldiği gün, önceden inanmamış ya da imanında bir hayır kazanmamış olan kimseye artık imanı bir fayda sağlamaz.” (En’âm, 158). Bu ayette ifade buyurulan alametlerin de “yakın alametler” olduğunu söylemek mümkündür. Daha önce iman etmemiş yahut imanında gerekli samimiyeti göstermemiş, salih ve faydalı amel işlememiş olanlar için bu “yakın alametler” zuhur ettiğinde iman etmek artık bir fayda sağlamayacaktır. Kurtubî ve sair müfessirler, burada güneşin batıdan doğmasının kastedilmiş olabileceğini belirtmişlerdir.
Zikrettiğimiz bu iki ayetin ne anlattığı konusunda farklı şeyler söylemek de mümkündür. Biz, tercih edilen tefsirleri ifade ettik. Ancak her halükârda bu ayetlerin, kıyametin birtakım alametlerinin bulunduğunu açıkça ortaya koyduğu hususu inkâr edilemez bir gerçektir.
Şu halde Kur’an’da kıyametin ansızın geleceğinin belirtildiği, dolayısıyla onun bir takım alametlerinin bulunduğunun söylenmesinin Kur’an’a aykırı olduğu tezi hiçbir şekilde geçerli değildir.
Mesih ve Mehdi inancı İslâm’a dışarıdan mı sokuldu?
2. İslâm’dan önceki birtakım dinlerde ve inanç sistemlerinde Kurtarıcı Mesih/Mehdi inancı bulunduğu doğrudur. Sadece Yahudilik ve Hıristiyanlık’ta değil, Sümerler’de dahi bu inancın bulunduğu bilinmektedir. Ancak başka dinlerde şu veya bu şekilde bulunması, Mesih ve Mehdi inancının İslâm’a dışarıdan geldiğini göstermez.
Hz. İsa Mesih a.s.’ın ölmediği, kendisini öldürmek isteyen yahudilerin elinden Allah Tealâ tarafından kurtarılarak göğe çekildiği, Kur’an’ın delaleti ve mütevatir Sünnet’in açıkça haber vermesiyle bilinmektedir. Mehdi ise Hz. İsa a.s.’ın gökten ineceğini anlatan rivayetlerde geçmekte, ayrıca müstakil rivayetlerde de Efendimiz s.a.v.’in soyundan geleceği ve ahir zamanda Ümmet-i Muhammed’in işlerini tedvir edeceği haber verilmektedir.
Burada bir noktanın altını kalın bir çizgiyle çizelim: Gerek Mesih ve Mehdi konusunda, gerekse daha farklı meselelerde inkâr tarafını tutanların ilk sığındığı, bunların İslâm’a dışarıdan girdiği iddiasıdır. Böyle bir şeyin mümkün olabilmesi için her şeyden önce sosyal, siyasal ve kültürel şartların elverişli olması gerekir. Daha açık söylemek gerekirse, müslümanların herhangi bir inanç unsurunu dışarıdan aldığını söyleyebilmek için, olağanüstü bir dinî ve toplumsal zaaf içinde bulunmuş olmaları gerekir. Ancak böyle bir durumda İslâm Ümmeti’nin hakim milletlerin dinî inançlarından ve kültürlerinden etkilendiğini söylemek inandırıcı olabilir.
Ne var ki, Mesih ve Mehdi ile ilgili rivayetlerin yer aldığı hadis kitaplarının ve itikadî metinlerin vücuda getirildiği zaman dilimine baktığımızda şunu görüyoruz: İslâm bütün izzet ve ihtişamıyla bölgesinin ve hatta dünyanın her bakımdan en güçlü devletidir. Yahudi ve hıristiyanlar ancak “zimmî” statüsüyle İslâm devletinde yaşayabilmektedir. Müslümanların “hakim”, diğerlerinin “mahkûm” olduğu bir zaman diliminde derlenen eserlere herhangi bir yabancı unsurun, üstelik de “itikadî bir kabul olarak” girmesi bu şartlar altında nasıl mümkün olabilmiştir acaba?!
Diğer din ve inanç sistemlerindeki Mehdi ve Mesih inancının genellikle toplumun zayıf düştüğü, insanların her şeyden ümit kesip çaresizlik içinde bir “kurtarıcı” beklediği durumlarda baş gösterdiği bilinmektedir. Oysa yukarıda da söylediğimiz gibi bu konudaki rivayetlerin derlendiği dönemde müslümanlar izzet ve şehametin zirve dönemlerinden birisini yaşamaktaydı. Böyle bir durumda kim, niçin “kurtarıcı” beklesin ki?!
Mehdi inancının Ehl-i Sünnet’e Şia’dan geçtiğinin ileri sürülmesinin de ciddiye alınacak yanı yoktur. Zira Şia, 12. İmam olarak kabul ettiği Muhammed b. el-Hasan el-Askerî’nin, 260/873 yılında 5 yaşındayken gaybete girdiğini (gayb alemine çekildiğini) ve kıyamete yakın ortaya çıkacağını söylerken, Ehl-i Sünnet inancında “gaybet”e yer yoktur. Mehdi, olağanüstü özelliklere sahip birisi değildir. O, bu ümmetin tarih boyunca yetiştirdiği büyük insanlardan birisi olarak doğup büyüyecek ve zamanı geldiğinde hayatın tabii akışı içinde görevini icra edecektir.
Kaldı ki Mehdi ile ilgili rivayetlerin, Muhammed b. el-Hasan el-Askerî daha dünyaya gelmeden önce kaleme alınmış -Abdürrezzâk’ın el-Musannef’i, Ahmed b. Hanbel’in el-Müsned’i gibi- hadis eserlerinde yer almış olması, konunun Şia ile irtibatlandırılmasını imkânsız kılmaktadır.
“Kur’an’da yoksa İslâm’da da yoktur” anlayışı
3. Mesih ve Mehdi meselesinin Kur’an’da yer almadığı gerekçesiyle inkâr edilmesi de bir başka problemli bakış açısının ürünüdür. Bu bakış açısına göre herhangi bir şey Kur’an’da açık bir şekilde yer almıyorsa islâmî değildir, reddedilmelidir.
Oysa böyle bir düşünce öncelikle Kur’an’ın kendisine aykırıdır. Zira Sünnet, Kur’an’ın mücmel (detay vermeyen) ayetlerini tafsil ve müphem (anlamı ilk bakışta anlaşılmayan, kapalı) ayetlerini açıkladığına göre, kıyamet alametleriyle ilgili ayetlerin beyan ve tafsilinin de Sünnet tarafından yapılmış olmasında garipsenecek bir durum yoktur. Zira Efendimiz s.a.v’in en temel görevlerinden birisi Kur’an’ın “tebliği” ise, bir diğeri de “açıklanması”dır. (Nahl, 44, 64)
Bu cümleden olarak Efendimiz s.a.v.’in kıyamet alametleriyle ilgili ayetleri beyan ve tafsil etmiş olması da son derece tabiidir. Nitekim bir keresinde Sahabe’den bazılarının bulunduğu bir meclise gelen Efendimiz s.a.v. ne yaptıklarını sorduğunda, “Kıyametten bahsediyoruz” cevabını alınca şöyle buyurdu: “Siz onun öncesinde 10 alamet görmedikçe kıyamet kopmayacaktır…” Burada Efendimiz s.a.v, duman, Deccal, Dâbbe-i Arz, güneşin batıdan doğması, Hz. İsa a.s’ın nüzulü, Ye’cüc-Me’cüc, doğuda, batıda ve Arap yarımadasında bir yer batması ve Yemen’den, insanları önüne katarak sürükleyen bir ateşin çıkmasını zikretmiştir. (Müslim)
İşte bu, yukarıdaki 1. maddede zikrettiğimiz En’âm 158 ayetinin tefsiri sadedinde irat buyurulmuş hadislerden sadece birisidir. Hadis kitaplarının “Eşrâtu’s-Sâ’a”, “Fiten”, “Melâhim”… gibi bölümlerinde yer alan ve kıyamet kopmadan önce meydana gelecek hadiseleri anlatan rivayetlerin tamamını bu bağlamda düşünmek gerekir ki, ulema bu hadislerin mütevatir olduğunu ifade etmiştir.
Öte yandan, “Kur’an’da geçmiyorsa kabul etmem” anlayışında olanlara şunu sormak gerekir: “Cuma namazı”, “Bayram namazı”, “Cenaze namazı” adı altında kıldığımız namazların hangisi Kur’an’da mevcuttur? Namaz, zekât, hac gibi temel ibadetlerin ne zaman ve nasıl yerine getirileceği konusunda Kur’an’da bir açıklama var mıdır? Bütün bu hususlarda ve burada zikretmediğimiz daha pek çok meselede Sünnet’le amel etmekten başka bir yol var mıdır?
Bu sorunun cevabı ne ise, Mesih ve Mehdi hadislerinin kabulü konusundaki cevap da odur.
Efendimiz s.a.v. ve gayb bilgisi
4. Efendimiz s.a.v.’in gaybı bilmediği iddiasına delil olarak ileri sürülen birçok ayet bulunduğunu biliyoruz. Bunları tek tek ele alıp cevaplandırmak ve konuyu detaylı olarak tartışmak bu yazının çerçevesini aşacağı için, biz burada bu itiraza genel bir cevap vermekle yetineceğiz.
Kur’an’da Allah Tealâ’nın, bazı gaybî bilgileri bazı kullarına bildirdiğini açıkça gösteren ayetler vardır. Mesela Hızır a.s. ile ilgili kıssayı anlatan ayetler bunlardandır. Ulü’l-azm bir peygamber olan Hz. Musa a.s.’ın dahi muttali kılınmadığı bir takım gaybî bilgileri onun bildiğini Kehf Suresi’nin 65 ve devam eden ayetlerinden öğreniyoruz.
Öyleyse “De ki: Göklerde ve yerde gaybı Allah’tan başka bilen yoktur.” (Neml, 65) ayeti gibi gaybı Allah Tealâ’dan başkasının bilmediğinin ifade buyurulduğu ayetleri şöyle anlamak gerekir: “Yerde ve gökte hiçbir varlık, Allah Tealâ tarafından bildirilmedikçe, kendiliğinden gaybı bilemez.” Yukarıdaki örnekte geçtiği gibi nasıl ki Hızır a.s. gaybî bilgileri Allah Tealâ’nın bildirmesiyle biliyor idiyse, işte Efendimiz s.a.v. de kendisine bildirilen gaybî haberleri öyle biliyordu.
Nitekim “Allah müminleri (şu) bulunduğunuz durumda bırakacak değildir. Sonunda murdarı temizden ayıracaktır. Bununla birlikte Allah size gaybı da bildirecek değildir. Fakat Allah, elçilerinden dilediğini seçer (ve gaybı ona bildirir).” (Âl-i İmran, 179) ayeti de Allah Tealâ’nın, bazı gaybî haberleri, seçtiği bazı elçilere (melek ve peygamberlere) ilettiğini ifade etmesi bakımından mutlaka göz önünde bulundurulmalıdır.
Yine bu cümleden olarak Efendimiz s.a.v.’e Kur’an dışında da vahiy geldiğini gösteren ayetler bulunduğu vakıasını da hatırdan çıkarmamak gerekir. Kur’an’ın beyan ve tefsiri ve hayata aktarılması bağlamındaki hadislerin “Kur’an dışı vahiy” olduğu İslâm alimlerinin genel kabulüdür. Dolayısıyla bir takım gaybî hususların ve bu arada Mesih/Mehdi ile ilgili haberlerin Efendimiz s.a.v’e bu Kur’an dışı vahiyler cümlesinden olarak iletildiğini söylemek, gerçeğin ifadesi olacaktır.
Netice
Burada ele aldığımız hususların her biri, hakkında müstakil kitaplar yazılacak kadar önemlidir. Nitekim gerek geçmişte gerekse günümüzde bu hususlarda pek çok kitap ve risale kaleme alınmıştır. Mesih/Mehdi konusunda kaleme alınmış eserler ve ilgili rivayetlerin durumu kısaca şöyledir:
Hadis ilminin birçok otoritesi, Hz. İsa Mesih a.s.’ın nüzulü (kıyamete yakın yeryüzüne inmesi) ve Mehdi hadislerinin “mütevatir” olduğunu belirtmiştir. Ezcümle hepsi de hadis hafızı olan Muhammed b. el-Hüseyin el-Âburî, müfessir Kurtubî (et-Tezkire, 651), İbnu’l-Kayyım (el-Menâru’l-Münîf, 142), el-Mizzî (Tehzîbu’l-Kemâl, XXV, 149), İbn Hacer (Fethu’l-Bârî, VI, 493; Tehzîbu’t-Tehzîb, IX, 126), es-Sehâvî (Fethu’l-Muğîs, III, 43) ve daha birçok alim, Mesih ve Mehdi hadislerinin tevatür seviyesinde olduğunu söylemiştir.
Ayrıca gerek genel olarak “kıyamet alametleri”, gerekse Hz. İsa Mesih a.s.’ın nüzulü ve Mehdi konusunda müstakil eser veren el-Berzencî (el-İşâ’a, 112), es-Sefârînî (Levâmi’u’l-Envâr, II, 84), eş-Şevkânî ve el-Kınnevcî (el-İzâ’a, 61-2), el-Heytemî (el-Kavlu’l-Muhtasar, 17-8), el-Kevserî (Nazratun Âbire, 55) gibi ulema bu hadislerin mütevatir olduğunu açıkça ifade etmiştir.
el-Kettânî, mütevatir hadisleri zikretmek masadıyla kaleme aldığı Nazmu’l-Mütenâsir’inde (236 vd.) Mehdi hadislerinin 20 sahabi tarafından nakledildiğini belirtmiştir. Bu sahabîlerden bazılarının, konu hakkında birden fazla rivayet naklettiğini burada belirtelim.
el-Arfu’l-Verdî isimli risalesinde (el-Hâvî içinde, II, 123 vd.) es-Süyûtî, konuyla ilgili merfu hadisler yanında mevkuf ve maktu hadislere (Sahabî ve Tabiî sözlerine) ve daha sonraki nesillerden bu konuda gelen ifadelere de yer vermiştir ki, toplamı -hızlıca yaptığım numaralandırmaya göre- 244’tür.
Ali el-Müttakî, es-Süyûtî’nin eserlerinden istifadeyle hazırladığı el-Bürhân’da bu rakamı daha da yukarıya çıkarmış ve her türden 300 civarında rivayet derlemiştir.
Konuyla ilgili rivayetlerin tamamının sahih ve bağlayıcı olduğunu söyleyebilir miyiz? Bu sorunun cevabını “hayır” olarak versek bile, bu durum şu gerçeği değiştirmeyecektir: İslâm’ın ilk kuşaklarında Mesih ve Mehdi meselesi, yaygın olarak bilinen, inanılan ve dilden dile dolaşan bir meseledir ki bu kadar rivayete konu teşkil edebilmiştir.
Semerkand Dergisi – Aralık 2006