Ebû Hureyre (r.a)’dan nakledildiğine göre bir keresinde Efendimiz (s.a.v) ashabıyla sohbet ederken gökyüzünde bir bulut belirdi. Efendimiz (s.a.v)’in, onun ne olduğunu sormasıyla aralarında şöyle bir konuşma cereyan etti:
– “Bunun ne olduğunu biliyor musunuz?”
– “Allah ve Resulü daha iyi bilir.”
– “Bu “anân” (bulut) dır. (Bu bulutlar) yeryüzünün sulayıcılarıdır. Allah Tebareke ve Teala onu, kendisine şükretmeyen ve dua (ibadet) etmeyen bir kavm(in bulunduğu yer)e (bile) sevk ediyor. Üstünüzde ne olduğunu biliyor musunuz?”
– “Allah ve Resulü daha iyi bilir.”
– “O “rakî’”dır.[1]Dünya seması veya sema katlarının her biri. Korunmuş bir tavan ve tutulmuş (serbest kalması engellenmiş) bir dalgadır. Sizinle onun arasının ne kadar(lık bir mesafe) olduğunu biliyor musunuz?”
– “Allah ve Resulü daha iyi bilir.”
– “Sizinle onun arası 500 yıldır. Onun üstünde ne olduğunu biliyor musunuz?”
– “Allah ve Resulü daha iyi bilir.”
– “Onun üstünde iki sema (katı) vardır ki, araları 500 yıllık mesafedir. (Efendimiz burada 7 kat sema zikretti ve her birinin arasındaki mesafenin, dünya ile dünya seması arasındaki kadar olduğunu söyledi. Sonra konuşma yine şu minval üzere devam etti:) Onun üstünde ne olduğunu biliyor musunuz?
– “Allah ve Resulü daha iyi bilir.”
– “Onun üstünde Arş vardır; onunla (yedinci) sema arasında, iki sema arasındaki kadar mesafe vardır. Altınızda ne olduğunu biliyor musunuz?
– “Allah ve Resulü daha iyi bilir.”
– Arz (yeryüzü). Onun altında ne olduğunu biliyor musunuz?
– “Allah ve Resulü daha iyi bilir.”
– “Onun altında başka bir arz vardır, aralarındaki mesafe 500 yıldır. (Efendimiz burada da 7 arz zikretti ve her bir arz katının diğeriyle arasındaki mesafenin 500 yıl olduğunu söyledi; sonra şöyle devam etti:) Muhammed’in canını elinde bulundurana yemin ederim ki, şayet siz (imkân bulup da) birisini iple en aşağı yer tabakasına sarkıtacak olsaydınız, mutlaka Allah’ın üstüne inerdi. Sonra Efendimiz şu ayeti okudu: “O el-Evvel’dir, el-Âhir’dir, ez-Zâhir’dir, el-Bâtın’dır; O her şeyi hakkıyla bilendir.”[2]57/el-Hadîd, 3.
Bu rivayeti nakleden sadece İmam et-Tirmizî değildir. Onu değişik lafızlarla İmam Ahmed b. Hanbel[3]el-Müsned, II, 370. ve daha başkaları da nakletmiştir.
İmam et-Tirmizî bu rivayeti naklettikten sonra şöyle der: “Eyyûb, Yunus b. Ubeyd ve Ali b. Zeyd (gibi Hadis imamları, bu rivayeti Ebû Hureyre (r.a)’dan nakleden) el-Hasen (el-Basrî)’in Ebû Hureyre’den hadis işitmediğini söylemişlerdir.
“Bazı ilim ehli bu hadisi tefsir etmiş ve şöyle demişlerdir: “Sarkıtılan o kişi, Allah’ın, her mekânda bulunan ilminin, kudretinin ve hükümranlığının üstüne iner. O, (kendisini) Kitabı’nda vasfettiği gibi, Arş’ının üstündedir.”[4]et-Tirmizî, “Tefsir”, Tefsiru Sure 57 (el-Hadîd).
İmam et-Tirmizî’nin bu sözleri bu rivayet konusunda dikkatimizi iki noktaya çekiyor:
- Rivayet zayıftır. Zira el-Hasenu’l-Basrî, Ebû Hureyre (r.a)’dan hadis işitmemiştir. Dolayısıyla bu rivayeti o, bir başkasının Ebû Hureyre (r.a)’den nakli olarak almıştır. O vasıtanın kim olduğu ve durumu bilinmediği sürece bu rivayete güvenilemez.
- Bir kısım ilim ehli bu rivayeti tevil etmiştir. Demek ki bu rivayet her hal-u kârda zahiri üzere alınır demek isabetli değildir.
Bir noktaya da biz dikkat çekmiş olalım: Her ne kadar İmam et-Tirmizî, ilim ehlinin bu tevilini zikretmekle altı çizilmesi gereken bir hassasiyet örneği sergilemiş ise de, Allah Teala’nın “Arş’ının üzerinde” olduğu tesbiti ve hele de bunun “Kur’an’da zikredildiği” yanılgısı karşısında sessiz kalmış olması manidardır.
Malumdur ki Kur’an’da zikredilen, Allah Teala’nın “Arş’ın üstünde olduğu” değil, “Arş’a istiva ettiği”dir. Bu ise O’nun zatıyla Arş’ın üstünde olmasını gerektirmez!
Bu noktada İmam Ebû Hanîfe’nin, “Din’de fıkıh ahkâmda fıkıhtan daha üstündür/önemlidir” mealindeki sözünün ne büyük bir önem arz ettiğini bir kere daha hatırnlıyoruz. Bu söz bize, itikadî sahada derinlemesine teemmül ve iyi kavrayış anlamında bir “tefakkuh” faaliyeti yapılması gerektiğini ve bunun, cüz’î fıkhî meselelere vukufiyetten daha önemli/öncelikli olduğunu ihtar ediyor.
Devam edecek.
Milli Gazete – 1 Mayıs 2011