Duasızlık, tekebbür ve Yüce Yaratıcı’dan istiğna düşüncesinin göstergesi olduğu için Yüce Allah’ın, kendisine dua etmeyene gazaplandığı Efendimiz (s.a.v) tarafından haber verilmiştir.[1]Ahmed b. Hanbel, –el-Edebü’l-Müfred’de– el-Buhârî, et-Tirmizî, İbn Mâce ve daha başkaları tarafından rivayet edilmiştir.
İşte modern insanın dua ile ilişkisindeki açmaz da tam bu noktada kendisini gösterir. Modern insan, “amentüyü bilim yazacak” diyerek insan aklını hayatın merkezine koyan anlayışın hayata damgasını vurduğu dönemin insanıdır. O, kendi kaderini kendisi yazan, neye inanılması ve neyin inkâr edilmesi gerektiğini başkasından öğrenmeyi peşinen reddeden, gözüyle görüp eliyle dokunamadığını (yani kontrol edemediğini, hükmü altına alamadığını) yok saymayı kanun haline getiren bir varlık anlayışının ürünüdür. Sebebi de sonucu da kendisi belirlediği (!) için modern insan dua ederek “küçülmeyi” ve “yardım dilenmeyi” içine sindiremez. Bunun için modernitenin her görüntüsünün altında şu veya bu ölçüde bir tekebbür, istiğna ve benlik vardır.
Yine bu sebeple mesela “yağmur duası” modern insan için anlaşılması mümkün olmayan bir “mesele”dir. Hele yağmur duası öncesi tevbe-istiğfar etmek, sadaka vermek, yağmur duasını yapanın, dış giysisini içini dışına çevirerek giymesi… gibi hususların hiç izahı yoktur!
Oysa Müslüman için dua, hayatın bütününü kucaklayan en çarpıcı realitedir. Hadis kitaplarının “Kitâb’d-De’avât” bölümlerine yahut müstakil olarak hazırlanmış dua kitaplarına sathî bir nazarla bakıldığında dahi şu temel gerçeği fark etmek zor değildir: Yemeğe başlarken ve sofradan kalkarken, uykuya yatarken ve uykudan kalktığında, evden çıkarken ve eve girerken, hilali gördüğünde, rüzgâr estiğinde, yağmur yağdığında, yeni aya girdiğinde, yolda biriyle karşılaştığında (selam da bir duadır), yeni bir elbise giydiğinde, hastalandığında, iyileştiğinde… hasılı, günlük hayatın hangi entantanesini alırsanız alın, orada mutlaka dua ile karşılaşırsınız. Müslüman, çok iyi bildiği ve her zaman yaptığı bir işi yaparken dahi Yüce Yaratıcı’nın adıyla başlar, O’ndan yardım ve muvaffakiyet ister.
Duanın hayatındaki temel rolünün farkında olduğu için Müslüman, gıyabında kardeşine dua eder ve ondan dua ister. (Efendimiz (s.a.v)’in, umreye giden Hz. Ömer (r.a)’dan dua istediğini hatırlayın.) Yine aynı sebeple beddua almaktan sakınır; diline kolay kolay beddua cümlesi almaz.
Dua, Yüce Yaratıcı karşısında acziyetin, muhtaçlığın, “kulluk idrakinin” ifadesi olduğu için duanın da kendine mahsus adabı, erkânı vardır. Ancak konunun bu boyutuna burada girmeyeceğim.
Dua hakkındaki bu yazıyı teberrüken, Efendimiz (s.a.v)’den nakledilen bir dua ile bitirelim:
“Allahım! Bize, günahlarla aramızda engel teşkil edecek haşyet, bizi kendisiyle cennetine ulaştıracağın taat, dünya musibetlerini bize kendisiyle kolaylaştıracağın yakîn nasip eyle. Yaşattığın sürece kulaklarımızdan, gözlerimizden ve kuvvetimizden bizi (meşru yönde) faydalandır ve bu faydalanmayı bizden sonrakilere de nasip eyle. İntikamımızı bize zulmedenlere yönelt ve bize düşmanlık edenlere karşı bize yardım et. Bizi dinimizde musibete uğratma. Dünyayı en önemli endişemiz kılma; ilmimizi de ona hasrettirme. Bize acımayanları üzerimize musallat eyleme.”[2]et-Tirmizî ve –es-Sünenu’l-Kübrâ’da– en-Nesâî rivayet etmiştir.
Kudümüyle şereflenmek üzere olduğumuz şu günlerde Ramazan’ı, orucu makbul duaların vesilesi bilerek değerlendirmek hepimize nasip olsun. Ramazan hepimize mübarek olsun, bütün İslam alemine ve insanlığa hayırlar getirsin.
Milli Gazete – 10 Eylül 2007